23 Aralık 2013 Pazartesi

Sırrı Süreyya Önder Maraş Katliamı'nı yazdı

http://www.ensonhaber.com/sirri-sureyya-onder-maras-katliamini-yazdi-2011-12-26.html

MARAŞ BİBERİ

Denir ki Hz. İbrahim, devrin kralı Nemrut'un putlarını kırarak insanları Allah'ın varlığına inanmaya davet edince, iktidarı sarsılan Nemrut öfkelenir ve Hz. İbrahim'in ateşe atılmasını emreder. Bu zaman zarfında evlerde ateş yakılmayacaktır, yasaklanmıştır. Bütün odunlar İbrahim'in ateşini harlamak üzere toplanır.
O günler, "Urfa dağlarında gezer bir ceylan" günleridir. Bir zalim avcı, avladığı ceylanı pişirmesi için karısına verdiğinde hiç odun kalmadığı cevabını alır. Avcı çare bulmasını istediğinde, kadın ceylanın yağsız bir parça etini önce bir taşın üzerinde döver. Sonra da kırmızı biber, bulgur ve tuzla yoğurur. Bu gün etsiz olarak her köşe başında fast-food versiyonunu gördüğünüz çiğköftenin ortaya çıkışı böyle olmuştur.
Urfa'nın çiğköftesine Maraş'ın biberini karıştırmak Urfalılar tarafından Sarkozy muamelesi görmenize yol açabilir. Onların 'isot'u varken Maraş'ın biberini duymaya tahammül edemezler. Üstelik haklıdırlar. Arayı şöyle bulabiliriz: Yine denir ki ilk tarım Maraş'ın Afşin ilçesinde yapılmıştır. Kentin kadim ismi Arabissos'tur ve Roma İmparatorluğu'nun, Gordianus (234-238) devrinde Urfa'dan göçen Arap aşiretleri tarafından iskân edilmiştir. [Irfan Shahîd, Byzantium and the Arabs in the Fifth Century, Dumbarton Oaks 1989]

MARAŞ'IN KÖY İSİMLERİ

Afşin, atalarımız Orta Asya'da at koştururken imparator Justinianus tarafından oluşturulan Üçüncü Armenia eyaletinin de yönetim merkezlerinden biridir. Hadi celadetli okurun kalbi kırılmasın "sözde" Armenia eyaleti diyelim. Milli tarih şuurumuza uygun davranmış olalım.
Halkımız beraber ve solo olarak Fransız parlamentosunu döverken araya gitmeyelim. Milli birlik ve beraberlik ruhuna en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde, Meykir, Hunu, Norşun, Arıstıl, Maravuz gibi Maraş'ın köy isimlerinin etimolojik kökenini siz de sormayın, ben de söylemeyeyim.
Maraş'ın başta ticaret ve sanayi odası olmak üzere bütün "sivil" toplum örgütleri ezelden beri biberi Maraş iline tescil ettirme mücadelesi verirlermiş. Nihayet 2002 yılında başarmışlar. Artık Maraş Biberi Maraş iline tescilli. Sanayi ve Ticaret Odası kriterlere uyan bibercilere sertifika ve logo kullanım hakkı veriyor.

DELİ PARALAR DEVRİ

Maraş katliamını günlerdir her açıdan dinlediniz. Katliamın ekonomik-sınıfsal arka planına değinen pek olmadı. 70'li yıllar, tarımda destekleme politikalarının uygulandığı yıllardı. Misal Demirel, buğday ya da pamuğa 10 lira taban fiyat verirdi, Ecevit bunu 15 liraya çıkaracağını ilan ederdi. Demirel, 20'den aşağısının yetmeyeceğini, mazotun litresi ile buğdayın kilosunu karşılaştırarak anlatırdı.
İşte tarım üreticisinin eline "deli" paralar geçmesi biraz bu yüzdendi. Anadolu'da Alevi nüfus, tarih hafızasından dolayı kuş uçmaz kervan geçmez, Yavuz uğramaz yerlere yerleşmiştir. Gezin Anadolu'yu, genellikle Alevi dağda Sünni ovada yerleşiktir. Maraş bunun istisna olduğu birkaç yerden birisidir. Alevi nüfus, ağırlıklı olarak bereketli ovalarda yaşar.
Tarım destekleme politikası ile zenginleşen Maraş ve civarındaki Aleviler Maraş merkeze göçerek "yüzük taşı" misali yerlere talip olmuşlar ve almışlardı. Kent içi ekonomik etkinlik Alevilere geçmiş, Sünni halkın elindeki para da dönemin enflasyonist karakteri gereği süratle pul olmuştu.
ABD görevlisi Alexander Peck de katliam öncesi kenti gezerken şu tezi işlemiştir:"Yakında Aleviler size yiyecek ekmek bile vermeyecekler!"
Dönemin sağcı işadamlarının ve parti başkanlarının yaptıkları toplantılarda neler konuşulduğunu anlatacak bir vicdan ortaya çıkarsa bu bilgiler kapı arkası fısıltılar olmaktan çıkıp aleniyet kazanacaktır.
Aleviler kent içinde görünür ve etkin olunca sosyal hayata da dahil olmuşlardı. Mesela içkili lokantalara aileleri ile birlikte gitmeye başlamışlardı. Eh bu kadar bileşen bir araya gelince geriye bir tek şey kalıyordu; birinin çıkıp "kalkın ey
ehl-i İslam, din elden gidiyor!" 
diye bağırması... Bu işlevi, sosyalist sistemde "Allahsızlığı yayma kürsüsü" olduğunu savlayan ve kadınların bütün parti üyeleri ile sevişip gayriresmi evlilikten çocuk doğurmaları halinde daha fazla ikramiye alacaklarını müjdeleyen "Güneş ne zaman doğacak" gibi "muhteşem" bir film de görebilirdi pekâlâ.

ECEVİT'İN DİRENCİNİN KIRILMASI İÇİN KATLİAM ŞARTTI

Katliam, ABD'nin o günkü nizamat politikasını ancak askeri diktatörlükler eliyle uygulatabilmesi gerçeğine giden yolda Ecevit'in gösterdiği direncin kırılması ve ülkede sıkıyönetim-darbe döngüsünü hazırlaması için şarttı.
Bu plan "gümüş ya da altın hilal" olarak adlandırılan bütün kentlerde değişik versiyonlarla uygulamaya konuldu. Maraş, Sivas, Çorum ve Malatya'da tuttu. Maraş bunların içerisinde en vahşi Kontr-gerilla operasyonlarından birisidir.
Dünya tarihinde, hangi figür damgasını vurursa vursun, bütün katliamların, soykırımların arkasında, mutlaka bir "servet transferi" olgusu vardır. Dolayısıyla işin içinde bir "tapu davası" araştırmayan bütün bakışlar eksik kalmaya mahkûmdur. Bu ülkede bir tarihçi, işgal ve kurtuluş savaşı arasında geçen sürenin uzunluğunu ve ne hikmetse tehcirden dönen Ermenilerin gelmesiyle hızlanan, neredeyse patlayan kurtuluş hikayelerimizi bir de bu gözle anlatsa da dinlesek...
Maraş'ın filmini çekmek için binlerce sayfa belge, bilgi, tanıklık okudum, dinledim.
Beni en çok etkileyenlerden birini paylaşmak isterim.

KOMŞULAR, BİZ ŞİMDİ PERDELERİ KAPATACAĞIZ

Serin ailesi, katliam sırasında Maraş tren garından güçlükle bulunan bir trenle şehir dışındaki Alevi köylerine gidip canlarını kurtarır. Katliam sonrası evlerine döndüklerinde bütün eşyalarının yağmalandığını görürler. Sünni bir komşuları, yağmalamayı, komşuların yaptığını fısıldar.
Serin ailesinin annesi sokağın ortasına çıkar ve onlarla bugüne kadar sürdürdükleri komşuluğu anlatarak şöyle seslenir.
"Komşular! Biz şimdi bütün aile evimize girip perdelerimizi kapatacağız. Bizden yağmaladığınız eşyalarımızı bahçemize bırakın."
Sabah evin avlusu yağmalanmış mallarla doludur. Aile kendilerine ait olanları alır. Bir traktöre yükler. Kenti terk edeceklerdir. Bırakılan eşyalarda kendilerine ait olmayanlar da vardır. Aile o eşyaları sokağa çıkarıp üzerine şöyle bir not bırakır.
"Bu eşyalar yağmaladığınız diğer ailelere aittir. İmanınız ve vicdanınız varsa bunları da gerçek sahiplerine verin."
Ve doğdukları yerden, bizzat komşuları tarafından öldürülmeyecekleri, talana uğramayacakları bir başka diyara doğru giderler. Geride bıraktıkları evlerini yok pahasına sattıklarını da bir çocuk bile tahmin edebilir.
Kahramanmaraş Sanayi ve Ticaret Odası geçen muharrem ayında bir kardeşlik iftarı verdi. Şu linkteki videoda (http://www.kmtso.org.tr/video_galeri.php?menuID=108)TRT iftarı naklen veriyor. Muharrem orucunun böyle bir iftar açma geleneği olmadığı saçmalığını bir yana bırakarak spikere kulak verebiliriz.

BİLİN Kİ DIŞ MİHRAKLARDIR

Spiker bütün erkâna aynı gayretkeşlikle şu tespiti yapıyor:
"Bütün Maraş burada.. Eğer Maraş'la ilgili bundan sonra olumsuz bir haber kamuya yansırsa, bilinsin ki bu dış mihrakların işidir öyle değil mi?"
Bu saçma tespite oda başkanı dahil olmak üzere herkes katılıyor. Spiker aynı tespiti Alevi Federasyonu Başkanı Selahattin Özen'e de yaptığında "gurk" ettirten bir cevap alıyor. Özen: "İç mihrak, dış mihrak her neyse bunlardan bir kez bile Aleviler galeyana gelmiyor. Sünnilerin buna engel olması lazım." Spikerin tespiti kendisiyle sınırlı değil. Aynı ilin valisi de anma törenlerini hukuksuz olarak engellemesini "geçmişi hatırlamak istemiyoruz" gerekçesiyle açıklıyor.
Ah birisi çıkıp unutmanın yolunun ancak yüzleşmekle mümkün olduğunu bunlara tane tane anlatsa...
Ah birisi, hem de Alevi olmayan bir kent sakini çıksa, bu kentte 36 saat içinde yarısından fazlası 13 yaşın altında yüzlerce insan öldürüldü. Gelin toplu olarak gidenlere bir dua, yapanlara bir ah edelim diye haykırsa.
Ticaret Odası, Maraş'ın biberine gösterdiği vefanın birazını da karnında bebeği ile öldürüldükten sonra eti bir çiğköfte misali ezilen gelini, iftarla değil, mahcup ve sessiz bir yasla hatırlamak ve unutturmamak gerektiğini kavrasa. O vali ve benzerleri bir yas evine müstahdem yapılsa.
Odanın iftarında sofraya bıçak konulmamış. Muharrem orucunu açarken zorunlu bir ritüeldir bu. Su da konulmaz. Sebebi Kerbela masumlarının bedenlerine Muaviye zihniyetinin açtığı yaraları hatırlamaktır. Sofraya konulmayan bıçak 33 yıldır Alevilerin böğründe saplı durmaktadır. 33 yıldır bu yaradan kan akıp durmaktadır. "Hatırlamak istemiyoruz" zevzekliği bu hançeri kanırtıp durmaktadır.
Utanmak yalnız kendi yaptıklarımızla ilgili bir eylem değildir. Bazen yapmadıklarımız da utandırır bizi.
Bütün Maraş bu hançerden utanmadıkça, bu yara şifa bulmayacaktır.

28 Ağustos 2013 Çarşamba

19 Temmuz 2013 Cuma

Gözaltı Hikayeleri: Ali Can Sünnetçioğlu

Cumhuriyet'ten Özgür Ulusoy'un söyleşisi...

http://www.baskahaber.org/2013/07/10-gun-tutuklu-kalan-ali-can.html

6 Temmuz'da gözaltına alınarak tutuklanan Ali Can Sünnetçioğlu, sığındığı binanın kapısını kıran polislerden uzun süre dayak yediğini söyledi.

6 Temmuz günü, yoğun gaz saldırısından kaçtığı handa gözaltına alındıktan sonra, mahkeme kâtibini bile şaşırtan bir sebeple tutuklanan Ali Can Sünnetçioğlu'nun yaşadıklarının bir bölümünü halası Şebnem'den dinleyip okurlara aktarmıştım.

Öykünün tamanını önceki akşam serbest kalan Ali Can'dan dinlemek üzere, dün Kadıköy'e Nâzım Kültür'e gittim. “Girmemiz de sürpriz oldu, çıkmamız da sürpriz oldu” diyen Ali Can, hukuksuz bir şekilde gözaltına alınıp tutuklanmasıyla başlayan, önceki gün Metris'ten çıkmasıyla son bulan “Matrix'ten çıkış” öyküsünü Cumhuriyet'e anlattı.

6 Temmuz'da Dayanışma'nın çağrısı üzerine bir arkadaşıyla birlikte gittiği İstiklal'de, polisin kurduğu barikatlara karşın herkesin sakin olduğunu görünce bir şey olmaz diye düşünmüş önce Ali Can ama kısa sürede müdahale başlamış.

“Müdahele başlayınca 15-20 kişiyle birlikte Tarlabaşı'nda bir kahvehaneye sığındık. Ancak polis kapıyı açıp 3-4 tane gaz bombası attı, ardından da çıkmayalım diye kapıyı kapattı. İçeride siviller de vardı, herkes çığlık çığlığaydı, yüzlerini tişörtlerle kapatmaya çalıştılar. Dışarıda polis dizilmiş duruyordu” diyor.

Ardından Galatasaray'a çıkarak TKP binasının bulunduğu Rumeli Han'a gidiyorlar. Parti binasında yüzlerce kişinin olduğunu, 3-4 saat boyunca kimsenin ayrılamadığını söyleyen Ali Can, gözaltına alınışı sırasında polisin uyguladığı şiddeti şöyle anlatıyor:

“Sokağın ortasında insanları dövüyordu polisler, biz 3-4 saat çıkmadık. Parti binasının girişe gaz atmaya başladılar, indik aşağıya, kapıları kapattık, sürgüledik, açık yerleri bezlerle kapattık. Beklemeye koyulduk. Kimse eylem yapmıyordu, polisin istediği buydu zaten, insanlar evlerine gitmek için bekliyordu. Saat 22 sularında binayı kuşattılar, Ağa Camisi yanında bir kapı var, bir de arkada kapı var. Güven timleri ve çevik kuşattı, koç başlarıyla kapılara yüklendiler, içeriye spreyle gaz sıkıyorlardı. Kapılar demir ama dayanacak gibi değil, koç başlarıyla kırdılar kapıları. İnsanlar korku içinde kaçışmaya başladı. herkese saldırıyorlardı, korkuyla bulduğumuz ilk merdivenden çıktık, 20 kişi kadardık, polis peşimizden geldi, kameralar filan yoktu, orada polis ve biz vardık, dakikalarca dayak yedik, en çok dövülen bendim galiba 20 kişi arasında, en son beni aldılar, yerlerde sürüklediler, küfürler ettiler, hiç durmadan, cop, tekme, yumruk, başıma tekme yedim, bize, ailemize küfrediyorlardı. Kolumdan tutup merdivenlerden sürüklediler. İlaçlı TOMA suyu var ya pet şişlere doldurmuşlar, onlardan başımdan aşağıya döküp tekrar dövdüler. Ne olduğunu bilmiyorum ama cildim yandı, o gün gözaltına alınırkenki Twitter'a düşen fotoğrafta ıslağım ya o yüzden. Merdivenden indirdiklerinde ayağa kalkacak halim kalmamıştı.”

Ne geçti o zaman aklından diye soruyorum, “O kadar uzun süre dövdüler ki, çok sıkılmıştım, artık yeter diyordum, vurmayın demiyordum, yeter diyordum” yanıtını veriyor.

Hanın girişine atıldığında gazetecileri, kameraları görmüş Ali Can, bir oh çekmiş, artık dövemeyecekler diye. Duvarlara yaslanmışlar.

Ali Can devam ediyor: “Güven timleri inanılmaz küfrediyordu. Adama diyorum ki, kolum çok kötü, ön taraftan kelepçeler misiniz, bana küfredip daha da sıkarak arka taraftan kelepçeliyor elimi. Bizi caddede yürütürken herkes alkışlamaya başladı, polise ne istiyorsunuz bu insanlardan diye çıkıştılar, o zaman duygulandık ama insanlar alkışlarken polis sessizce kulağımıza küfretmeye devam etti. Tahrik etmeye çalıştılar herhalde. Görev amaçlı değil, bir kinle saldırıyorlar.”

‘Tayyip Japonya'daki ağaçları da mı kesti”

Ali Can, cezaevinde yaşadıklarını yazmaya başladığı not defterinden bir şeylere bakıyor ve kendileriyle birlikte gözaltına alınan bir Japon'un gördüğü muameleyi de anlatıyor:

“Yüzümüz dönük duvara, bir polis memuru amirine seslendi, ‘Amirim bir yabancı turist var bunların arasında’ diye seslendi, amir ‘Al al onu da al, daha iyi’ dedi. Niye daha iyi diye düşündüm, dış mihrak yalanına malzeme bulmak için mi acaba. Serseri bir polis vardı, tam bir ayı, biz otobüsteyken ‘Hayrola Takaşi, Tayyip Japonya'daki ağaçları da mı kesti, neden geldi buraya’ diye sordu.”

Eyüp Devlet Hastanesi’ne gittiklerinde vücudundaki darbın bilançosunu Ali Can da görebilmiş: “Sol kolumu hareket ettiremiyordum, sol meme ucundan kürek kemiğine kadar olan kısım hâlâ ağrıyor, sağ omzumda cop izi vardı, alnımda tekme izi vardı, uzuyordu. Başımın sol arka kısmında şişlik vardı, röntgen çekildi kırık yokmuş bereket, göğüs cerrahisine gitmemi istedi doktorlar ama polis götürmedi.”

Nezarethane için “işkencenin apayrı bir boyutu” diyor Ali Can. Nezarette bir gün kalmaktansa bir ay cezaevinde yatmaya, yediği dayağın iki mislini yemeye razı.

“Tamamen psikolojik bir işkence. Girdiğimiz gibi baştan aşağıya soyuyorlar, aşağılarcasına bir arama, ne aradıklarını bilimiyorum. Aşağılayacı bir aramaydı. Zaten nezarathane yerin altında, havasız, yüzlerce gözaltı var, nefes alınmıyor. Günde iki defa su veriyorlardı kahvaltıda ve akşam yemeğinde. Diyelim hastaneye rapor almaya gittik akşam yemeğini kaçırdık, o zaman hiç su vermiyorlardı. 10 metrekarelik hücrede 14 kişi kalıyorduk biz. Bir İtalyan gazeteci vardı bizim koğuşta. İşkencenin sadece fiziksel olmadığını görmüş olduk.”

Ali Can, kendisini döven polislerden birinin sicil numarasını aklına yazmış, eline kalem kâğıt geçene kadar da unutmamak için günlerce tekrarlamış.

Hukuk öğrencisi Ali Can'a soruyorum: Avukatsın neyle suçlandığını anladın mı? Öncelikle diyor, “Benim gözaltına alındığım saat 22:30. Yer de TKP binasının bulunduğu Rumeli Han. Ama bizim hakkımızda gözaltına alınan diğer 59 kişiyle beraber hazırlanan polis tutanağında saat 7.30'ta Taksim ve civarındaki olaylar esnasında gözaltına alınmıştır deniyor.”

Ne bir yer, ne saat. Gerekçe toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanuna muhalefet. Hakkında hiçbir görüntü kaydı yok, sadece üzerindeki maskeye dayanarak savcılığa sevk ediliyor, savcı da mahkemeye.

Kendilerinden öncekiler serbest bırakıldığından, mahkemede bırakılacaklarını düşünüyorlar ama olmuyor. TMMOB operasyonuna bağlıyor bunu Ali Can. “Biz dikkat çekici insanlar değildik, herhalde onları tutuklayabilmek için emsale ihtiyaçları vardı” diyor.

AKP'nin mafyası polis

Cezaevine giderken akıllarına Yılmaz Güney filmlerinden sahneler gelmiş ama gardiyanların demlediği çayı bulmuşlar yerine. “Boyunların sarılacaktık. İnfaz memurları ve gardiyanlar bize çok iyi davrandı” diyor.

Metris'te her yer Taksim, her yer direniş

Girdiği koğuşta Osmanlı tuğraları bozkurt filan görünce önce çekinmiş Ali Can ama sonra siyasi görüşünü belirtmemekle birlikte, Gezi'den olduğunu söyleyince koğuşun kabulünü görmüş. “Metris'te kuraldır, sabah 8, akşam 8 sayım yapılıyor. İnfaz memurları gelip kapıyı açıyor, selamünaleyküm, diyor koğuş aleykümselam diye cevap veriyor, sayım yapıyor Allah kurtarsın diyor, koğuş da amin diye yanıt veriyor. Birçok koğuşta, aleykümselam yerine her yer Taksim, her yer direniş sloganı atılıyordı. Önce biz ordayız diye sandım ama eylem boyunca Metris Cezaevi’ndeki adli suçlular koğuşlardan bu sloganı atmışlar”
diyor Ali Can.

Yaşadıklarından sonra cezaevinde polis için söylenen “AKP'nin mafyası” sözünü ne kadar tuttuğunu da şöyle anlatıyor: “İçerdekilerin tabiri bu. 90'lı yıllardan sonra AKP'nin yasal mafyasıdır polis. 90'lı yıllarda devlet bizi kullanıyordu faili meçhul vb. için, AKP artık hepsini çıkardı aradan kendisine mafya olarak polisi kullanıyor dediler, hakikaten de öyle. Çok içerlemiş buldum onları.”

Ali Can, yaşadıklarını internetten paylaşmaya hazırlanıyor. Son olarak “3-5 ağaç için mi çıktın Taksim'e?” diyorum. “3-5 ağaç için çıktığım da oldu, emek için de yürüdüm. Bu kez üç beş ağaçla başladı ama Başbakan soruyor ya mesele ne diye, mesele kendisi?.. İnsanların yaşam tarzlarına yapılan müdahele.”

Aklıma Gezi sloganlarından birisi geliyor: Mesele 3-5 ağaç değil, bir odun...

(Özgür Ulusoy/Cumhuriyet)

12 Temmuz 2013 Cuma

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİNDEN TMMOB`YE DESTEK AÇIKLAMASI

Gezi tanıklıkları

http://www.hurriyet.com.tr/cumartesi/23712040.asp

Gezi tanıklıkları Volkan’la devam ediyor. O aslında bir kırtasiyeci. Gezi’nin ilk gününde uygulanan orantısız şiddeti protesto etmek ve gençlere destek vermek için Taksim’e geliyor. Ve orada çıkan arbedede, polisin attığı mermiyle sol gözünden vuruluyor. İki kez ameliyat oluyor. İkinci ameliyatta, gözünden içinden demir bilyeler çıkarılıyor. Bir kısmı alındı, bir kısmına beyne yakın olduğu için dokunulamıyor. Sadece plastik mermi kullandığını söyleyen polisin, bu demir bilyelerin nereden geldiğini açıklaması gerekiyor!!!


Adın?
- Volkan Kesanbilici.

Yaş?
- 38.

Gezi’de senin başına ne geldi?
- Polis müdahalesinde gözümü kaybettim.

Nasıl oldu?
- Ben esnafım. Merter’de kırtasiye dükkanım var. Olan biteni, sosyal medyadan takip ediyordum. Gezi’ye de hiç gidememiştim. Gün boyu dükkanda durmam icap ediyor. 31 Mayıs, Lobne Allami’nin vurulduğu gün. Çok etkiledi o olay beni, inanılmaz üzüldüm. Dükkânı, normalde akşam 9’da kapatıyorum ama o gün dayanamadım, saat 6’da çıktım ve Taksim’e gittim. Direnişçilere destek olmak istedim, tamamen insani bir tepki. 7 buçukta Taksim’deydim…

Tek başına mıydın?
- Kardeşim ve arkadaşlarım önceden gitmişti, İstiklal’de onları buldum...

YÜZÜMDEKİ ACI

Taksim’e geldiğinde nasıl bir görüntüyle karşılaştın?
- Polis, Gezi’dekileri ablukaya almış, sürekli gaz bombası atıyordu. Bizim gibi destek vermeye gelen binlerce insanı da alana sokmuyordu. Gece 12’ye kadar İstiklal’de protesto ettik. Sonra Tarlabaşı’na geçtik. Protestolar orada da devam ediyordu. Saat 12’yi beş geçe, o arbede içinde, meydana yakın bir yerde yüzümde bir acı hissettim. O ana kadar sadece gaz fişekleri olduğu için, polis attığı gaz kapsülüyle vurulduğumu zannettim.

Gözlük ya da maske var mıydı yüzünde…
- Hayır. Direnişin ilk günleriydi. Hazırlıksızdım. Zaten amacımız da çatışmak değil, Gezi’ye destek vermekti. Ama bir anda vuruldum.

Tam olarak nasıl oldu?
- Barikatın üstünden bir akrep üstümüze doğru gelmeye başladı. Hatta bir an barikatın üzerinde asılı kaldı. Siyah bir akrepti. Sonradan insanlar, “Siyahsa, Terörle Mücadele’nindir dediler. Bu tür ayrıntıları bilmiyorum ben. Korku filmlerinden fırlamış bir sahne gibiydi. Her yer karartılmıştı, akrebin ışığı projektör gibi yüzümüze vuruyordu. Acıyı hissettiğim an, işte o andı. Elimi yüzüme götürdüğümde, kanı fark ettim…

İnsan o anda, olan biteni ne kadar idrak edebiliyor? “Bana ne oldu mu?” diyor, “Neremden vuruldum mu?” diyor…
- Ben sadece vurulduğumu idrak ettim. Gözüme isabet ettiğini önce anlamadım. O kadar çok kan vardı ki yüzümün büyük bir bölümünün parçaladığını zannettim. Tek düşüncem de, yere düşmemekti. Çünkü yere düşürsem bitti, beni kimse kurtaramaz diye geçti aklımdan. Polis öyle bir orantısız güç kullanıyordu ki, tarifi yok. Yüzümden kan gelmeye devam ediyordu, “Az zamanım kaldı, burada bayılmayayım” dedim ve yardım istedim.

Kimden istedin? Kardeşin yanında mıydı?
- Hayır. Herkes can havliyle bir yerlere dağılmıştı. Tanımadığım insanlar koluma girdiler ve beni apar topar sakin bir yere götürdüler. Yüzüme bakıp verdikleri tepkiden anladım ki, durumum vahim. Sonra bir gözümün görmediğimi fark ettim. Kardeşimi aradılar, olduğumuz yere geldi.

Hastaneye mi gittiniz?
- İlk müdahale, Tarlabaşı’ndaki bir otelde gönüllü doktorlar tarafından yapıldı. Çok fazla alet edevat yoktu. “Durum ciddi. Bir an önce Taksim İlkyardım’a gidin” dediler. Ama ne mümkün! Burnumuzun dibindeki Taksim İlkyardım’a 45 dakikamızı aldı, çünkü polis bütün yolları kapatmıştı. İnanılmaz kan kaybediyordum. Pansuman filan da hak getire. O kadar kötü bir haldeydim ki, taksici herhalde yolda ölürüm diye almak istemedi, zorla arabasına bindik.

3 YAŞINDAKİ OĞLUM

O sırada aklınızdan neler geçiyor? “Nerden geldim buraya” diyor musunuz? Pişmanlık duyuyor musunuz?
- Hayır, asla! Ne o esnada ne de bugüne kadar, “Ne işim var orada!” demedim. Kesinlikle pişman değilim. Asıl, o gençlere destek olmak için Taksim’e inmeseydim, pişmanlık duyardım. Sadece şu geçti aklımdan: Üç yaşında bir oğlum var. “Ya onu bir daha göremezsem?” diye düşündüm. İkinci düşünce de şuydu: “Hadi diyelim hayatta kaldım, yüzümdeki tahribat, benden korkmasına sebep olur mu?”



Sonra?
- Bir şekilde Taksim İlkyardım’a ulaştık. Yüzümde, gözümde bir sürü kesi vardı, dikiş atıldı. Film çekildi. “İçeride bir yabancı cisim görünüyor. Ne olduğunu anlayamıyoruz. Müdahaleye ihtiyaç var ama burada mümkün değil” dediler.

Neden?
- Yabancı cisimden dolayı, bu ameliyata, göz doktorunun, kulak burun boğaz doktorunun ve beyin cerrahının birlikte girmesi gerekiyormuş. Bu da ancak tam teşekküllü bir hastanede olabilirmiş. “Bir an önce öyle bir yere ulaşın ve bu ameliyatı yaptırın” dediler. O saatten sonra bir de hastane arama maratonumuz başladı…

Nasıl yani?
- Öyle işte. İnsan başına gelmeden bilmiyor. İstanbul gibi bir metropolde ne devlet ne de özel hastaneler arasında böyle bir yer kolay bulunuyor. Göz hastaneleri de, gece bu ameliyatları yapmıyormuş. Gecenin bir yarısı hastane arıyoruz. Tam rezillik. Türk Tabipler Birliği’ne soruyoruz, arkadaşlarımızı arıyoruz. Taksim İlk Yardım bile, “Şurada yaptırabilirsiniz” diyemiyor. Zaten ambulans istedik, o da gelemedi. N’apalım, n’apalım derken, kendi imkânlarımızla Çapa’ya gitmeye karar verdik. Ameliyat olmam gerekiyor, taksilere biniyorum, düşünün.

BENİM GÖZÜMDEN ÇIKANLAR NE O ZAMAN!
Çapa ne dedi peki?
- Sabaha kadar böyle bir müdahalenin mümkün olmayacağını. Yine telefon trafiği başladı. Bu sefer, Okmeydanı Eğitim ve Araştırma’ya gittik. Ameliyata alınacakmışım gibi tahliller yapıldı, filmler çekildi. Derken sabah oldu. Bir ara kardeşim ve arkadaşlarım tahlil sonuçlarımla uğraşıyordu, ben de bir yerde sırt üstü yatıyorum. Bir gözüm kapalı olduğu için diğerini de açamıyorum. Açarsam, yaralı olan da açılıyor ve canım çok acıyor. Biri yanıma geldi, sesini duyuyorum, “Geçmiş olsun. Gezi’de mi oldu?” dedi. Zorla açtım gözümü, baktım hastanenin bekçisi. Sevecen bir tavrı vardı. Kardeşim de karnımın üzerine filmlerimi, raporlarımı bırakmış. Bekçi, oradan bir evrağı alarak, “Ben bunu bir hocama göstereyim” dedi ve koşarak gitti. O esnada durumu çaktım ben. Hemen kardeşime ve arkadaşlarıma seslendim. “Bakın, aldığı adli rapor mu?” diye. “Evet” dediler. “Bekçiyi yakalayın!” diye bağırdım. Çünkü Okmeydanı’ndaki acil doktoru, ‘ölüm riski vardır’ raporu vermişti. Sanırım bu, problem olmuş. Bekçiyi bulduklarında, yanında sivil bir komiser vardı. Acilin şefini ve diğer doktorları sorgular nitelikte, “Niye ölüm tehlikesi vardır raporu verdiniz” gibi bir konuşma yapıyormuş. Muhtemelen raporu, sümen altı yapmaya çalıştılar. Allah’tan geri aldık. Bekçiye, “Neden aldın?” dediğimizde, “Eksik vardı” diye geveledi. Oysa eksik olmadığını biliyoruz. Dava açmayı düşündüğümüzden Tarlabaşı’ndaki kolluk kuvvetinin numarasına kadar her şeyin kayıtlı olmasına dikkat etmiştik. Eğer o raporu, sumen altı etselerdi, doktorlara yapılan baskının ardından ikinci adli rapor, “Hayati tehlikesi vardır” diye verilmeyecekti belki…

Sonra ne oldu?
- Okmeydanı’nın fiziki koşulları iyi olmadığı için biz yine Çapa’ya döndük. Göz bölümü baktı ama istedikleri gibi müdahale edemeyeceklerini söylediler çünkü çok ciddi bir ödem ve kanlanma varmış, gözün arkasını göremiyorlarmış. “Bekleyeceğiz” dediler…

O sırada sen ne durumdasın?
- Felaket. Kafamın sol tarafı, mengeneyle sıkıştırılıyormuş gibi, bütün dişlerim sökülüyormuş gibi. O kadar çok acıyordu ki yorgun düştüm, tek istediğim uyumaktı. Arkadaşlarım da sürekli beni uyutmamaya çalışıyor. Çünkü beynime de bir darbe almışım, travma olabilir diye düşünüyorlar. Epeyce bir süre beklendikten sonra, müdahale ettiler. İlk göz ameliyatım işte o zaman oldu…

Sonuç?
- Gözün, görme merkezinin çok ciddi bir darbe aldığı ve kanamadan dolayı retina ayrışması olduğu. Gözümün eriyerek, küçülüp, yok olma ihtimali varmış. Bu yüzden azot gazı basıldı. Kulak burun boğaz’a da, “Herhangi bir müdahale yapmayın, yabancı cismi çıkarmayın” dediler. İki hafta kadar yüz üstü yatmak zorunda kaldım, gözümdeki cisimle birlikte…

Gözünüzün, kulak burun boğaz’la ne ilgisi varmış…
- Çünkü mermi, gözümden girip, beynime doğru giderken burun kemiğime çarpıyor, parçalanıp sinüs boşluğuma dağılıyor. Göz doktorları da orayı göremiyorlar. Orası, kulak burun boğazın alanı. İşte o zaman film çektiler ve yabancı maddenin bilye olduğu anlaşıldı. Bir kısmının, beyne çok yakın durduğu görüldü. Riskli bölgedelermiş. Ufak bir harekette, beyin suyunun akması söz konusu olurmuş, onlara dokunulmadı. Diğerleri alındı…

Kaç tane bilye çıkarıldı?
- Çekirdek çıkarıldı ama yüzlerce demir bilye var. Sayısını bilmiyorum. Sinüs boşluğumdakilerin tamamı alındı, diğerleri kaldı…

Geçmiş olsun, çok fenaymış. E hani plastik mermiydi…
- Evet öyle diyorlardı. Emniyet, “Plastik mermi dışında bir şey kullanmadık, envanterimizde bile yok!” diye açıklama yaptı. Benim gözümden çıkanlar ne o zaman! Bu bilyeler, polisin insanlara karşı kullanmaması gereken bir maddeyle müdahale ettiğinin kanıtı. Bu ne boyalı tabancalar gibi eylemciyi işaretlemeye yönelik bir şey ne de caydırmaya. Bizzat insanı yaralamaya, öldürmeye yönelik! Paintball mermilerine benziyor ama içinde yüzlerce küçük demir bilye var. Ben buna, domdom kurşununun moderni diyorum. Böyle bir şeyi kullanmaya hakları ve yetkileri yok. Gözünü kaybetmiş biri olarak bunun hesabını ben sormayacağım da kim soracak!

Kime ne söylemek istersiniz?
- Eğer bu tür yasal olmayan, orantısız müdahalelerle insanları caydıracağını düşünüyorlarsa, kesinlikle yanılıyorlar! Kimse vazgeçmez, pes de etmez.

Hukuki süreç nasıl ilerliyor?
- Savcılığa suç duyurusunda bulunduk. Dosyamıza, bir aydır gözümde taşıdığım demir bilyeleri da koyduk. Götürüp kayıt altına aldırdık. Onlar da mahkemede delil olarak kullanılacak. Hakkımı sonuna kadar arayacağım…

Bir gün görebilme şansınız var mı?
- Hayır. Doktorlar, sadece gözümün eriyip gitmesini engellemeye çalışıyor. Görmemle ilgili bir umut yok…

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Eniştem Beni Niye Öptü?

Haber Hürriyet'ten...

http://www.hurriyet.com.tr/planet/23700894.asp

Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt, Mısır’da darbe sonrası kurulan yeni hükümete 12 milyar dolar yardım açıkladı. Bu adımın, Ortadoğu’da Türkiye ve Katar’ın artan nüfuzunu engellemeye yönelik olduğu öne sürülüyor.

MISIR’da askeri darbenin ardından ülkeyi genel seçimlere götürecek hükümete hiçbir siyasi parti sahip çıkmazken Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Kuveyt’in yeni hükümete toplam 12 milyar dolar mali yardım kararı gündeme bomba gibi düştü. Riyad ve Abu Dabi’nin en az 51 kişinin öldüğü olayların hemen ertesinde bu kararı alması, Mısır’da dengeleri kendi lehine değiştirme arayışı olarak yorumlandı. Ortadoğu ve Batı basınında çıkan analizlerde Mısır’da Türkiye ve Katar’ın nüfuzunun azaldığı ve Suudi Arabistan ve BAE’nin ön plana çıktığı yorumları yapıldı. New York Times gazetesine konuşan Arap bir yetkili, “Bu Katar ve Türkiye’nin desteklediği ve teşvik ettiği ideoloji için bir geri adımdır. Siyasi İslam bir hisse senedi olsaydı, geçen hafta dramatik bir şekilde düşmüştü” dedi.

Arap Baharı’na karşı
Suudi Arabistan ve BAE’nin Mısır’da yeni yönetime kısa sürede destek çıkmasının nedeninin “Arap Baharı”nın bir an önce dinmesini sağlamak olduğu dile getiriliyor. Körfez Araştırma Merkezi Başkanı Abdüllaziz el Sager’a göre “Suudi Arabistan, Arap Baharı ülkelerinde istikrarın bir an önce sağlanmasını istiyor.” S. Arabistan’ın Arap Baharı sırasındaki etkisini önemsediği El Cezire televizyonu nedeniyle Katar yönetimine mesafeli olduğu, Doha’nın Ankara ile birlikte Suriye’de ılımlı İslam yanlısı muhalifleri desteklemesinden de rahatsız olduğu dile getiriliyor. Kuveytli siyasi uzman Ayed el Manna’ya göre “Katar bölgede öncü rol oynamak istedi, ama Müslüman Kardeşler’i açıkça destekleyerek fazla ileri gitti.”

Eşgüdüm var
Öte yandan Abdüllaziz Sager, son değişimi Suudi Arabistan ile Katar arasındaki “dış politika uyumunun yeniden sağlanması” olarak yorumluyor. Sager, iki ülke yönetiminin hiçbir zaman kopmadığını, hatta Suudi yönetiminin Katar’daki yönetim değişikliğini 6 ay öncesinden haber aldığını ve onayladığını da iddia etti.

Kral Abdullah bizzat aradı
Suudi Arabistan ve BAE yönetimlerinin Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarından hoşlanmadığı, Kardeşlerin kendi ülkelerine ideoloji ihracından çekindikleri öteden beri biliniyordu. Nitekim Riyad, Mübarek devrilip Muhammed Mursi Cumhurbaşkanlığı’na geldikten sonra Mısır’a yardımlarını kesmişti. Buna karşılık Mursi yönetimi Katar’dan 8, Türkiye’den ise 2 milyar dolar destek sözü almıştı. Suudi Kralı Abdullah darbeden iki gün sonra, cuma günü darbeci komutan General Abdülfettah Sisi’yi bizzat arayıp kutladı ve destek vaadetti.

Şiddet Hikayeleri

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Ükemizden İnsan (?), Milletvekili Manzarası

http://www.radikal.com.tr/politika/akpli_vekil_pala_hukuki_mudahale-1140974

Radikal'den Tarık Işık'ın haberi...

Çankırı Milletvekili İdris Şahin’in Taksim’de göstericilere palayla saldıran kişiyle ilgili mahkeme kararını değerlendirirken, “Oradaki esnafın hukuk çerçevesinde yapmış olduğu bir eylem” dedi. Şahin’in sözleri Genel Kurul’da tartışmalara neden oldu.
Genel Kurul’da CHP’nin, gözyaşartıcı gazların etkilerinin araştırılması ile ilgili önergesinin gündeme alınmasına ilişkin talebi görüşülürken konuşan İdris Şahin şunları söyledi:

“HUKUK ÇERÇEVESİNDE EYLEM”

“Polis, görevini yaparken Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’na uygun olarak görevini yapmaktadır. Bunun dışında, oradaki bir toplumsal olayı bastırmak için görevini yapan polis memuruna, iktidarın emir verdiği yönündeki bir beyanı burada, Genel Kurul’da ifade etmek bir haksızlıktır ve gerçeğin tamamen tersine ve hilafına bir beyan olarak burada değerlendiriyoruz. Asla ve asla bizler, kimsenin görevini yaparken onlara müdahil olmuyoruz. Özellikle de şu son günlerdeki yargıya intikal etmiş bir konuyla alakalı, oradaki esnafın içinde bulunduğu haleti ve ruhiyeyi en iyi anlaması gerekenler sizlersiniz, ‘Alandayız’ diyorsunuz. Gezi Parkı eylemleriyle birlikte ben bu kürsüden daha önce de ifade ettim. Sadece oradaki göstericileri değil oradaki bir esnafı da bir dinleyin, esnafın mağduriyetlerini de görün, ondan sonra çıkıp bu kürsüden onların adına da bir şeyler ifade edin istiyoruz ama biz sizlerden bunu maalesef göremiyoruz. Şimdi, oradaki esnafın hukuk çerçevesinde yapmış olduğu bir eylemi yargıya da müdahale etmek suretiyle burada Hükümet’e yansıtmak ve Hükümet’in sanki bu kişileri tutuklamadığı gibi bir söylem içerisine girmenin de haksızlık olduğuna inanıyorum.”

Tophane'nin Bazı Sakinleri

http://www.radikal.com.tr/turkiye/tophanede_kendini_zor_tutanlar_tayyip_istese_taksimi_dagitiriz-1140933

Tophane, Gezi Parkı eylemleri sırasında polis müdahalelerinden kaçan protestoculara verdiği tepki nedeniyle bir kez daha gündeme geldi.

İstanbul’un Beyoğlu ilçesine bağlı Karaköy ve Fındıklı semtleri arasında yer alan Tophane, adını Fatih'in top dökümü için inşa ettiği Tophane-i Amire binasından alıyor. Cumhuriyet'in ilk yıllarına kadar Ermeni, Rum ve Levanten azınlığın yaşadığı bir semt olan Tophane, özellikle 6-7 Eylül olayları sonrasında azınlıkların bölgeyi terk etmesi ve Siirt ve Bitlis'ten aldığı göç sonrasında daha muhafazakâr bir çerçeveye büründü.

AKP’ye desteğiyle bilinen Tophane, son yıllarda Türkiye’nin gündemine polisin müdahalesi nedeniyle Taksim’den kaçan göstericilere gösterdiği tavırla geliyor.

2009 yılında Kongre Vadisi’nde yapılan IMF toplantılarını protesto edenlere polisin müdahalesinin ardından Tophane’ye kaçanlar ve yaklaşık yedi ay sonra 1 Mayıs’ta çıkan olaylarda yine polisten kaçan göstericiler bölgede iyi karşılanmadı ve “mahalleli” olduğu söylenen bazı kişiler tarafından şiddete maruz bırakıldı.

Tophane bu saldırılarla konuşulurken Eylül 2010’da yaşananlar basında daha büyük bir yankı buldu. Semtte yeni kurulmaya başlayan sanat galerilerine gidenler, yine 'mahalleli' olduğu ileri sürülen kişiler tarafından dövüldü. Saldırıların sebebi olarak bazıları “içki”yi gösterirken, bazıları da bölgede yeşeren galeriler ve hostellere gelenlerin semt sakinlerini uzun zamandır davranışlarıyla rahatsız ettiğini öne sürdü.

Saldırının tam olarak kimler tarafından, neden düzenlendiği ortaya çıkmadı. Ancak Tophane’nin namı Gezi Parkı eylemlerinde polisten kaçanlara yapılan saldırılarla yeniden dolaşıma girdi.

Son olarak 6 Temmuz’da polisin müdahalesi sonrasında semte doğru yönelen göstericilere verilen tepkinin ardından “göstericilere kim, neden saldırıyor” sorusunun yanıtını öğrenmek isteyen T 24'ten Volkan Koç Tophane’ye gitti ve konuştuklarını şöyle aktardı:

Semtin önde gelen “abi”lerinden ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı yakından tanıdığını söyleyen Hammed Aksoy, oğlu Ömer Aksoy ve Turgut ile konuştuk.

Soyismini paylaşmak istemeyen Turgut, "Geceleri olay çıkmasın diye uyumuyor, nöbet tutuyoruz" derken Ömer Aksoy, "Biz niye saldıralım" diye soruyor ve "İki taraftan da neyin ne olduğunu bilmeyen insanlar var. Bizim mahallenin çocukları yaşananları görüyor, göstericileri görüyor, gidip saldırıyor. O da bilmiyor onlara neden saldırdığını. Tamamen aksiyon olsun diye kavga ediyorlar" diyor.

Konuşmasına Erdoğan’a gönülden bağlı olduğunu belirterek başlayan 75 yaşındaki marangoz ustası Hammed Aksoy da saldırılara dair şunları anlatıyor:

'TAYYİP ÇIKIN DERSE DAĞITIRIZ'

“Biz Allah’tan korkarız. Bizler karıncayı incitemeyiz. Aynı zamanda biz Allah’a inandığımız gibi bu davaya (AKP’ye) inanıyoruz. Burada kendimizi zor tutuyoruz. Gençleri zor tutuyoruz. Tayyip bir desin ki “çıkın” var ya Taksim’i dağıtırız. Biz ona biat ettik. Tayyip bizim “emir ül müminin”imiz. O ne derse onu yaparız. Acıyorum o insanlara. Hiçbir şeyin farkında değiller. Tayyip, IMF’ye borcu sıfırladı, para rezervini artırdı. İşin içinde (Gezi Parkı eylemlerini kast ediyor) oyun var oyun. Memleketin kalkınmasını istemiyorlar. Bunlar tekrardan Osmanlı olmasın, faiz lobileri devam etsin diyor. Bütün dava ekonomik… Ne yaparlarsa yapsınlar, nesilleri 30 yıl sonra tükenecek, bize karşı olanların. Bizim 5-6 çocuğumuz var. Onların 1-2, hatta çocukları yok. Doğum kontrol haplarıyla ve sağlıksız yiyeceklerle nesillerini tüketiyorlar.”

‘ÇADIRLARIN YAKILMASINA ÜZÜLDÜK AMA SONRA AMACINI AŞTI’
Aksoy’la yaptığımız görüşme esnasında, yanımızda bulunan oğlu Ömer Aksoy söze giriyor. Kendisi Bilgi Üniversitesi’nde okumuş. Hammed Aksoy’un dediğine göre dört dil biliyor. O da babası ile aynı fikirde. Babasının söylediği her sözü onaylayan Ömer, her ne kadar ilk başta, “Biz de çadırların yakılıp yıkılmasına kızıp, tepki gösterdik” dese de, “ilerleyen süreçte, işin içine iş girdiğini, dış mihrakların bu olayları yönlendirdiğini” söylüyor. Babası gibi Erdoğan’a bağlı olduğunu anlatan Ömer, “Başbakan’ın Gezi olaylarındaki tavrının doğru olduğunu ve bu çizgide devam etmesi gerektiğini” söylüyor. En son olayda (6 Temmuz 2013), Tophane’ye kaçan göstericilerin arasında, çok sayıda yabancı olduğunu söyleyen Ömer, konuşmasının devamında şunları söyledi: “Olaylar başlamadan 3-4 gün önce aşırı alkollü insanlar vardı burada. Bir şeyler arıyorlardı. Birkaç dükkâna girdikten sonra, içlerinden birisi, ‘elimde içki şişesi var diye satmıyorlar’ dedi. Öyle bir şey olamaz. Burada gayrimüslimlerle yaşadık, kimse kimseyi rahatsız etmiyordu. Bizim hassasiyetlerimiz var. Sen gelip ezan okunurken, elindeki bira şişesini tokuşturursan, hassas insanları kışkırtırsın. Camın çerçevenin kırılmasından, cami önünde içki içilip sevişilmesinden rahatsız oluyoruz.
Dün akşam (6 Temmuz) gördüğüm yabancı sayısı, Türk’lerden fazlaydı. Hiç normal bir durum değil, belli ki organizasyon var. Çadırların yakılıp yıkılmasına, hepimiz üzüldük, tepki gösterdik. Bunu yapmayabilirlerdi. Daha sonra amacını aştılar. Darbeye zemin hazırlanıyordu.
Diyorlar ki Tophane halkı insanlara saldırıyor. Biz niye saldıralım? İki taraftan da neyin ne olduğunu bilmeyen insanlar var. Adam eylem yapıyor, sağı solu kırıyor ama neden yaptığını bilmiyor. Bu taraftan da bizim mahallenin bazı gençlerinde de aynı durum var. Çocuklar yaşananları görüyor, göstericileri görüyor, gidip saldırıyor. O da bilmiyor onlara neden saldırdığını. Tamamen aksiyon olsun diye kavga ediyorlar.
Erdoğan’ın geri adım atmaması doğruydu. Sonuna kadar destekliyorum. Bundan sonra da geri adım atmasın, biz ondan memnunuz.”

‘YABANCI ŞİRKETLER GÜZEL KIZLARA TALİMAT VERDİ’
En son olarak da masada bulunan Tophane’li Turgut ile konuştuk. Soyadının paylaşılmasını istemeyen Turgut da diğerleriyle aynı fikirde olduğunu belirtiyor. “İşin içinde oyun olduğunu, dış mihrakların bu olayları yönlendirdiğini” düşünüyor ve şunları söylüyor:

“Tophane’nin köşeleri keskindir. Haliyle tepkiler de sert oluyor. Tophane insanı, eylemlerin ne maksatla yapıldığını çok iyi biliyor. Dünkü eylemde (6 Temmuz 2013), yabancı ağırlıklı insanlar vardı. Türkiye’deki yabancı şirketlerin genç ve güzel kızlarına talimat verilmiş, ‘Yanınıza Türk erkeği alın, eylemlere onlarla katılın’ diye. Çok sayıda yabancı kadının, Türk erkekleriyle el ele eylemde gördük.


‘GECELERİ OLAY ÇIKMASIN DİYE NÖBET TUTUYORUZ'

Tophane halkı, Türkiye’nin en sabırlı halkıdır. Bu olaylar büyümediyse, bu halkın sabrındandır. Biz de Gezi Parkı’nın açılmasını istiyoruz ama biliyoruz ki bu işin içinde başka işler var. Yabancıların parmağı var. Darbe yapılmaya zemin hazırlanıyordu. Mısır’daki darbenin, bunların iştahını kabarttığını düşünüyoruz.
Toplumun sağduyuya ihtiyacı var. Geceleri uyumuyor, nöbet tutuyoruz, olay çıkmasın diye. Öyle ki olayla alakası olmayan insanlar bile bazen saldırıya uğruyor. Kimin ne olduğu bilinmiyor ki!”

Lobna Allami

5 Temmuz 2013 Cuma

Mısır Ordusu ve Ticaret

Birikim Dergisi'nde çıkan yazılardan derlenmiş güzel bir kitap vardı bende... Türkiye Ordusu ve ticaret üzerine güzel makaleler vardı, bir de ona bakmak lazım...

http://www.radikal.com.tr/turkiye/darbe_silahli_ekonomiye_yine_pelerin_oldu-1140654

3 Temmuz 2013 Çarşamba

Mısır'da Askeri Darbe

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/fehim_tastekin/misir_nasira_selam_durdu-1140334

Yazı, Fehim Taştekin'den...


Mısır dün ordunun Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye tanıdığı sürenin dolduğu saat 17.00’ye kilitlenirken ülkenin Mübarek’i devirdikten 2.5 yıl sonra geldiği nokta trajik: “Kitleler bastırdı, ‘kurtarıcı ordu’ işe el attı.” El Ezher şeyhi ve Kıpki papazının desteğini de alan ordunun yaptığı düpe düz darbeydi ama Tahrir Meydanı’nı hınca hınç dolduranlar Mursi’nin devrilişini görülmemiş bir coşkuyla kutladı. Mursi’nin 1 yılda her şeyi batırdığını söyleyenlerin kafasında askerin gözetiminde bir geçiş sağlanması dışında çözüm yoktu. Bunun demokratik olup olmadığı da kimsenin umrunda değildi. Kitleler ‘İrhal’ (Terk et) sloganına öyle kilitlenmişti ki, Mursi’nin ‘sandıktan aldığı meşruiyeti kanıyla savunacağı’ çıkışları da iç savaş çağrısı olarak algılanmanın ötesinde bir şeye yaramadı.

Kapalı kapılar ardından Mursi’nin görevi devralmasına dek yönetime vesayet eden Yüksek Askeri Konsey (YAK) ile yol haritası pazarlıkları yaşanırken Tahrir’de atılan sloganlar ve kahramanlık şarkılarıyla Cemal Abdulnasır’ın ruhu hortluyordu. Sadece Nasır değil askeri yönetimin bir sonraki simgesi Enver Sedat da afişlerle Tahrir’e dönmüştü. Asker kökenli üçüncü lider Mübarek’e ise yer yoktu ama şimdilik. Çünkü birebir sohbetlerde Mübarek’in şahsına sempatisi olanları da gördüm.

Mısırlıların asker sevgisi dün niyayetinde seçilmiş bir liderine devrilişine alkış tutarken Nasır ve Sedat’ın ruhu, General Aldulfettah Sisi’nin şahsında geri döndü. Tahrir’deki alkış Mübarekleşmekle suçlanan Mursi’nin gidişi kadar sandıkla meşruiyet kazanmış bir kesimin haklarının kabaca çiğnendiği ve ülke normalleşene kadar akıl almaz ihlallerin süreceği bir süreci başlatmış oldu.

Devlette dayanağı kalmadı

Tahrir’de konuştuğum eylemcilerin askerden birinci isteği ülkenin iç savaşa sürüklenmemesi için önlem alması ve halkı korumasıydı. Ancak burada ilginç bir durum vardı: Müslüman Kardeşler kendileri meşruiyeti kanları pahasına koruyacaklarını belirtip ellerinde sopalarla içtima yapsalar da Baltacılar’ın saldırıları karşısında asker ve polisten koruma görmediklerinden yakınıyordu. Nitekim önceki gece Mursi yanlılarının gösterisine kimliği belirsiz kişilerin saldırısıyla başlayan çatışmada 16 kişi öldü. Ordudan sonra polis teşkilatı da Mursi karşıtı safta yer tutmuştu. Yargı zaten açık cephe pozisyonundaydı. Yani kurumsal olarak Mursi’nin devlette dayanağı kalmamıştı. Muhaliflerin ikinci olarak istediği askerin iktidarı tekeline alması değil, Mursi’yi görevi bırakmaya zorlaması ve geçiş sürecine hakemlik etmesi, geçici hükümet kurulması ve hem cumhurbaşkanlığı hem de meclis seçimlerine gidilmesiydi. Sisi’nin dün canlı yayında yaptığı darbe sonucu ortaya koyduğu yol haritası da aşağı yukarı muhalefetin beklentisi doğrultusunda oldu. Yetki önemli ölçüde Anayasa Mahkemesi’ne geçmiş oldu. Ordu işlerini belli ki Anayasa Mahkemesi Başkanı Adli Mansur üzerinden yürütecek. Böylece yetkili eline aldığı görüntüsü vermeyip yıpranmaktan kaçınacak. Ordu Mübarek sonrası 17 ay boyunca yeterince yıpranmıştı.

Mursi, 30 Haziran’da milyonlar sokaklara döküldüğünde bu işin darbe ile sonuçlanacağını öngörüp belki erken seçimle daha yumuşak bir geçişe gidip ülkeyi askeri vesayete sokmaktan kurtarabilirdi. Ama direndi, direnirken de ülkeyi bölen lider algısı yarattı. Tahrir’de Mursi’nin şeytanişleştirildiği kadar Mübarek şeytanlaştırılmamıştı. Mursi müttefiklerinin sinyallerini de iyi okuyamadı. Selefi Nur Partisi’nden sonra Cemaa el İslamiye krizden çıkış için erken seçim önerdi. El Ezher de halkın taleplerine karşılık verilmesini istedi. Mursi bu öneri ve uyarıları da sağlıklı çıkış için fırsat olarak kullanamadı. Doğru pozisyon almak yerine bu yalnızlaşmanın etkisiyle söyleme kan karıştırdı.

Mursi’nin “Meşruiyeti korumak için gerekirse canımı veririm” çıkışına Sisi de aynı tonda yanıt verdi: “Mısır’ı teröristler, radikaller ve budalalara karşı savunmak için kanımızı feda ederiz.” Zarfer kazansalar da muhaliflerin durumu da aslında son derece trajik. İkinci bir Tahrir kalkışmasını başardılar ama iktidarı altın tepside orduya sunmadan yol almayı beceremediler. Güçlü liderler çıkaramadılar. Muhaliflerin sevinci de çok uzun sürmeyebilir. Bugün Tahrir’i dolduranlar 30 Haziran 2012’ye kadar YAK’a lanet okuyordu. Askeri vesayetin, keyfi tutuklamaların ve kötü maemelelerin bitmesi için yapılan gösterilerin arkası kesilmiyordu. Yarın keserin sapının dönmeyeceğinin garantisi yok.
İç savaş korkusu


Mursi’ye karşı isyanın hararetine daha Kahire’ye inmeden uçakta yakalandım. Bir yanımda Mübarek âşığı Muhammed adlı işadamı, diğer yanımda Mübarek’in adamı görülen Ahmet Şefik kazanmasın diye Mursi’ye oy veren ama hayal kırıklığına uğramış Fatıma adlı öğretmen. Fatıma dindar bir kadın ama ilk turda Nasırcı Hamdin Sabahi’ye oy vermiş. Muhammed, Mübarek döneminden kötüye gidildiğini savunuyor: “Mursi zayıf bir lider. Tüm kararları Müslüman Kardeşler lideri Muhammed Bedii alıyor. Mursi onun ağzına bakıyor. Tayyip Erdoğan gibi karizmatik bir lider olamadı. Mısır’a Nasır, Sedat ve Mübarek gibi güçlü lider lazım. Mübarek’in son 10 yılında sorunları vardı, çevresi kamu gücü ve kaynaklarını istismar etti. Ama Mursi geldiğinden beri her şey geriledi. Ekonomi berbat. Su, elektrik ve petrol yok. Hizmetler kötüleşti.” Muhammed’in çözümü ordunun işe el atması. Demokrasiye inancı yok: Mısır karmaşık ve hassas bir toplum. Ancak güçlü lider idare eder.” Ama çizdiği çerçeveye uyan isim de yok kafasında. Muhammed kesin inançlı: “30 milyon kişi sokağa çıktı, ordu yol gösterdi.”

Fatıma, Muhammed’in ‘işler kötüye gitti’ tespitini onaylasa da askerin devreye girmesi ve Mursi’nin koltuktan indirilmesine karşı: “Mübarek’e git dedik çünkü demokratik seçimle gelmemişti. Ama Mursi halkın oyuyla geldi. Halk ona şans tanıdı. Hayal kırıklığına uğratsa da seçime dek görevde kalmalı.” Bindiğim taksinin sürücüsü Murat ise Kıpti. Tahrir’e giderken yoldaki çöpleri gösterip “Bak ülke ne hale geldi. Eskiden Kahire çok güzeldi” derken radyoda vatansever şarkılar çıktıkça söylene söylene yumruğunu sıkıyor.

Darbe değil perde arkası idare

Otel görevlisi Mahmud Muhammed de ailece Mursi’ye oy verenlerden. Şimdi çok öfkeli: “Hiçbir hizmet getirmedikleri gibi ülkeyi sattılar.” Kime sattılar diye sorunca “Tereddütsüz Katar vs.” diye yanıt verip ekliyor: “Artık Mısır için korkuyorum. Çünkü Mursi dün gece ya ben ya hiç mantığıyla konuştu. Ya Mursi ya iç savaş. Böyle şey olmaz. Ordunun tanıdığı süre dolduğunda göreceksin, ortalık yıkılacak.” Peki çözüm ne? Muhammed de 1950’lerden beri siyasete hatta ekonomisine hükmeden ordunun kritik süreci yöneteceğine inanıyor. “Ama bunu sizin düşündüğünüz gibi darbe şeklinde yapmayacak, perde arkasından idare edecek. Kanaatim eski rejimin adamlarından birini getirip erken seçime kadar böyle idare edecek. Ordu din ile laikliği birlikte götürüyordu. Müslüman Kardeşler ise tamamen dine göre işleri götürmeye çalışıyor. Bu da ülkeyi bölüyor. Bu yüzden sırf ordu değil polis de Mursi’ye karşı eylemcileri korumaya aldı. Mursi’de yönetme becerisi, karizma yok. Ama ben onları da anlıyorum. Tüm suçu onlara atmıyorum. Çünkü tecrübeleri yoktu. Aptalca işler yaptılar. Ve işler bu hale geldi.”

Tahrir ise pek çok şeye gebe. İnsanlar sıklıkla uyarıyor, “Dikkat et kendine” diye. Müslüman Kardeşler’in direnip direnmeyeceğine dair sinyaller karışık. Telefonla ulaştığım Müslüman Kardeşler sözcüsü Cihad el Haddad’a “Yol haritanız var mı” diye sordum, “Şu anda bir şey söyleyecek halde değiliz, 17.00’den sonra konuşalım” dedi. Kafalarda belirsizlik. Gelecek flu. Muhalif kanatlarda sivil idareye müdahaleyi darbe olarak nitelendirmek istemeseler de şu ya da bu şekilde orduya misyon biçiliyor. Mısır için çok zor bir dönemeç.

2 Temmuz 2013 Salı

Gezi Sekmeleri ve Park Hareketi

"Madımak'ı yakanların avukatlığını yapanlar bugün ne yapıyorlar?


Av. Şevket Kazan - Eski RP Milletvekili ve eski Adalet Bakanı;
Av. Celal Mümtaz Akıncı - Afyon Barosu Başkanı ve AKP oylarıyla Anayasa Mahkemesi üyesi;
Av. Hayati Yazıcı - AKP’nin Devlet Bakanı;
Av. Haydar Kemal Kurt - AKP Isparta Milletvekili;
Av. Zeyid Aslan - AKP Tokat Milletvekili, Başbakan Erdoğan’ın eski avukatı;
Av. Hüsnü Tuna - AKP Konya Milletvekili;
Av. Burhanettin Çoban - Afyonkarahisar AKP’li Belediye Başkanı;
Av. İbrahim Hakkı Aşkar - 22. Dönem AKP Afyon Milletvekili;
Av. M. Ali Bulut - AKP Maraş Milletvekili ve Anayasa Komisyonu üyesi;
Av. Bülent Tüfekçi - AKP Malatya İl Başkanı;
Av. Halil Ürün - RP kayıp trilyon davası sanığı, AKP Afyon Milletvekili
Av. Mevlüt Uysal - AKP İstanbul Başakşehir Belediye Başkanı;
Av. Nevzat Er - Eski AKP Eminönü Belediye Başkanı;
Av. Suat Altınsoy - AKP Konya İl Başkanı Yardımcısı;
Av. Tayfun Karali - İstanbul Büyükşehir Belediyesi Darülaceze Müdürü;
Av. Ferruh Aslan - İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın Yayın Müdürü;
Av. İbrahim Kök - AKP Elazığ Milletvekili Aday Adayı;
Av. Ali Aşlık - Eski AKP İzmir İl Başkanı;
Av. Bedrettin İskender - AKP Ümraniye Belediye Başkan adayı;
Av. Ekrem Bedir - Sakarya AKP Hendek Belediye Meclis Üyesi;
Av. Eyüb Karagülle - Eski Saadet Partisi İlçe Başkanı;
Av. Faruk Gökkuş - AKP Kâğıthane Belediye Başkanlığı Aday Adayı;
Av. Hasan Hüseyin Pulan - AKP İstanbul İl Disiplin Kurulu üyesi;
Av. Hurşit Bıyık - AKP Trabzon İl Başkan Yardımcısı;
Av. Reşat Yazak - AA Yönetim Kurulu Üyesi."

26 Haziran 2013 Çarşamba

AKİL İNSANLAR DOĞU ANADOLU GRUBU RAPORU

http://www.radikal.com.tr/politika/iste_akillerin_erdogana_sundugu_rapor-1139288

http://www.radikal.com.tr/politika/erdogandan_akil_insanlara_lutfen_gezi_parki_olayini_buraya_tasimayin-1139299

İşte Doğu Anadolu Grubu'nun Başbakan Erdoğan'a sunduğu rapor;

"GİRİŞ

Akil İnsanlar Heyetinin niteliği, işlevi, mesajı ve özelliği konusunda Doğu Anadolu Grubunun görüşü:
Akil İnsanlar Heyetinin niteliği Türkiye toplumu adına Başbakan ve yardımcıları tarafından yapılan bir çağrı sonucunda toplumsal iradeyle kurulan bir temsil ilişkisi şeklinde ortaya çıktı. Akil insanlar, Türkiye’nin bir özeti olup, herhangi bir üstünlük söylemiyle değerlendirilmemeli, eşitler arasından seçilmiş bir grup olarak kabul edilmelidir.
Akil İnsanlar Heyetinin işlevi toplumsal iradeyi bütün renkleriyle siyaset alanına taşımak oldu. Türkiye toplumu sürece ilişkin görüşlerini, kaygılarını, eleştirilerini akil insanlar aracılığıyla siyasi aktörlere aktarıyor. Başka bir anlatımla egemenliğin gerçek sahibi olan toplumsal irade, çözüm süreci bakımından akil insanlar kanalıyla siyaset alanına giriyor, kendi geleceğine ilişkin talebini ortaya koyuyor.
Akil insanlar barış ve birlik mesajı veriyor. Ayrıca toplumun taleplerini dikkate alarak yirmi birinci yüzyılın ihtiyaçlarına da yanıt veren demokratik bir siyasal sistemin ülkemizin hakkı olduğu konusunda ortak bir duyarlılık geliştirdikleri de gözleniyor.
Akil insanlar faaliyeti gönüllülük esasına göre bir araya getirilmiş sivil bir girişim özelliğine sahip. Bu nedenle akil insanlar gruplar bazında çalışma biçimlerini kendileri belirledi ve süreci kendileri yönetti.

I- ÇALIŞMA PLANI VE ZAMANLAMA:

A- ÇALIŞMA ALANI:

- 14 il (Malatya, Elazığ, Hakkâri, Van, Tunceli, Erzincan, Bingöl, Bitlis, Muş, Iğdır, Kars, Ardahan, Ağrı, Erzurum),
- 5 ilçe (Yüksekova, Tatvan, Doğubeyazıt, Mutki, Güroymak),
- Ziyaretler ile karşılamalarla (Altınova, Hasköy, Digor, Dağpınar, Susuz) eklenen yöreler olmak üzere toplam 24 yerleşim birimi.

B- ÇALIŞMA BİÇİMİ, ARAÇLAR VE SAYISAL VERİLER

1- Çalışma Biçimi: Hem planlı olarak hem de gelen taleplere yanıt vererek toplumla doğrudan temas etmek; örgütlü yapılar üzerinden alınan görüşlerin yanı sıra doğrudan birey görüşleri aracılığıyla da toplumun konuya ilişkin yaklaşımlarını ve eğilimlerini öğrenmek.

2- Çalışma Araçları ve Sayısal Veriler:

a- Çalışma Araçları
STK Buluşmaları
Halk Buluşmaları
Üniversite Buluşmaları
Esnaf Ziyaretleri
Aile Ziyaretleri
Çay Ocağı Sohbetleri
Köy- Mahalle Ziyaretleri
Vakıf, Dernek, Yurt, Medrese Ziyaretleri
Kanaat Önderleri Ziyaretleri
Cemevi Ziyaretleri
Cuma Namazı Sonrası Sohbetler
Yerel Televizyon ve Radyo Programları
Ulusal Televizyon Programları
1 Mayıs Kutlaması (Tunceli)
Ziyaretgah
Basın toplantıları
Boşaltılan Köy Ziyaretleri
Toplu Mezar Ziyareti
Karşılamalar
Taziye Ziyaretleri
Yemekli Toplantı
İstanbul'da Hemşehri Dernekleri Toplantısı.


b- Sayısal Veriler
Söz alarak görüş bildirenler: 2010 kişi
Hazırlık yaparak yazılı görüş bildirenler: 159 kurum, kişi
Toplantılar sırasında yazılı görüş bildirenler: 860 kişi

Sayılarla bütün faaliyetlerin özeti:
Faaliyetler Yer Kişi
STK Buluşmaları 15 3.020
Halk Buluşmaları 15 7.200
Üniversite Buluşmaları 13 4.100
Esnaf Ziyaretleri 9 370
Aile Ziyaretleri 12 55
Çay Ocağı Sohbetleri 7 540
Köy- Mahalle Ziyaretleri 5 750
Vakıf, Dernek, Yurt, Medrese Ziyaretleri 4 40
Kanaat Önderleri Ziyaretleri 16 16
Cemevi Ziyaretleri 4 600
Cuma Namazı Sonrası Sohbet 5 400
Yerel Televizyon ve Radyo Programları 5
Ulusal Televizyon Programları 10
Heyetin Topluca Katıldığı 1 Mayıs Kutlaması (Tunceli) 1 1.500
Ziyaretgah 1
Basın toplantıları 2
Boşaltılan Köy Ziyaretleri 3
Toplu Mezar Ziyareti 2
Karşılamalar 5 950
Taziye Ziyaretleri 2 200
Yemekli Toplantı 1 200
İstanbul'da Hemşehri Dernekleri Toplantısı 1 50
Gaziantep Yeni Anayasa Toplantısı 2 300
Ara Toplam 140 20.291
Heyet Üyelerinin Bireysel Olarak Katıldığı Etkinlikler ve Toplantılar
Mahmut Arslan (Karabük 1 Mayıs Mitingi, Sendika Başkanlar Kurulu Toplantısı, Bölgedeki Sendikaların Toplantısı) 12 6025
Abdurrahman Dilipak 10 2000
Sibel Erarslan (Malatya, Urfa, Van, Bingöl Toplantıları) 4 730
Abdurrahman Kurt 5 500
İkinci Ara Toplam 31 9255
Genel Toplam 171 29.546


C- ZAMANLAMA

1- Başlangıç: 4 Nisan 2013 Dolmabahçe Toplantısı

2- Saha Çalışması: 10 Nisan 2013 -1 Haziran 2013 arası
1. Hafta: Malatya, Elazığ: 9 Nisan 2013-13 Nisan 2013 arası
2. Hafta: Hakkâri, Yüksekova, Van: 16 Nisan 2013- 20 Nisan 2013 arası
3. Hafta:
İstanbul: Hemşeri Dernekleri Toplantısı (24.04.2013) ve Değerlendirme Toplantısı (25.04.2013)
Gaziantep: Türkiye Siyaset Müzakereleri Toplantısına heyet olarak katılım sağlandı. 80 aydın ve akademisyenden oluşan toplantıda yeni anayasa süreci ayrıntılı olarak 2 gün boyunca tartışıldı. Türkiye’nin değişik illerinden yaklaşık 150 kişi 2 gün boyunca toplantıyı izledi. (27.04.2013-28.04.2013).
4. Hafta: Tunceli, Erzincan: 30 Nisan 2013- 4 Mayıs 2013 arası
5. Hafta: İstanbul, Bingöl: Ara Rapor Toplantısı (9 Mayıs 2013), Bingöl Faaliyetleri (10-11 Mayıs 2013)
6. Hafta: Tatvan, Bitlis, Muş: 14 Mayıs 2013-18 Mayıs 2013 arası
7. Hafta: Iğdır, Kars, Ardahan: 22 Mayıs 2013- 26 Mayıs 2013 arası
8. Hafta: Doğubeyazıt, Ağrı, Erzurum: 29 Mayıs 2013- 1 Haziran 2013 arası

3- Rapor Hazırlığı: 3 Haziran 2013- 19 Haziran 2013

4- Raporun Elektronik Ortamda Ulaştırıldığı Tarih: 20 Haziran 2013

5- Raporun Sunumu: 26 Haziran 2013

II- SINIFLANDIRMA ÖLÇÜTLERİ

A- ÇOK VASIFLI VERİLER

Sahadan toparlanan veriler belli başlıklar altında sınıflandırılmıştır. Ancak herhangi bir önerinin ya da talebin birden çok başlık altına girmesi de mümkündür. Bu vasıftaki verilere hangi özelliği ağır basıyorsa o kategori altında yer vermeyi uygun bulduk. Örneğin sosyal psikoloji başlığı altında yer verdiğimiz birçok öneri ve talep yürütme ve idare düzleminde yapılması gerekenler olarak da okunabilir, sosyal-kültürel faaliyetler kapsamında da değerlendirilebilir. Ama sonucu itibariyle toplumun sosyal psikolojisini etkileyen veriler olduğu için bu başlık altında yer alması uygun görüldü. Benzer duplikasyonlar sınıflandırılan birçok veride olabilir. Özetle her bir verinin altında yer aldığı kategori o veriye ilişkin ağırlıklı sonuca işaret etmektedir.

B- NÖTR AKTARMA

Verileri sınıflandırıp uygun başlıklar altına yerleştirirken herhangi bir ağırlık sırlamasıyla hareket etmedik. Sahada gördüğümüz tüm eğilimleri ifade edecek şekilde ayrımsız tüm görüşlere nötr olarak aktarmaya gayret ettik. Dolayısıyla sınıflandırma bölümünün herhangi bir değer yargısı olmaksızın oluşturulduğu dikkate alınarak okunması ve değerlendirilmesi önem taşıyor. Elbette heyetin izlenimleri ve değerlendirmeleri bölümünde bu veriler çeşitli analizlere tabi tutuluyor.

C- SINIFLANDIRMA SİSTEMATİĞİ

Verileri sınıflandırma sistematiğini oluştururken öncelikle öneriler ve talepler ile endişeler olarak iki ana grup belirledik. Çünkü sürece ilişkin endişelerin bazıları örtük olarak öneri ve talep içerse de çoğunluğu bir tür toplumsal uyarı ve sosyal rahatlama ihtiyacı içeren görüşlerden oluşuyor. Bu nedenle bu görüşlerin ayrı bir kategoride ele alınıp değerlendirilmesinde yarar gördük. Endişeler iki alt başlık altında yer alıyor. Buna göre güvence çerçevesinde ve yöntem ve sonuç açısından dile getirilen endişeler ayrı ayrı sınıflandırıldı. Öneriler ve talepler ise; sosyal psikoloji, siyaset, iktisat, kültür, sosyal adalet ve doğa alt başlıkları altında ayrıştırıldı. Öneriler ve taleplerle ilgili hukuk başlığına siyaset bölümü altında yer verdik. Ancak burada sadece yasama işlevi olarak hukuku alt başlık olarak kullandık. Ayrıca ikincil mevzuat çerçevesinde düzenleyici hukuk ihtiyacı yürütme ve idare işlevinde devreye gireceğinden yürütme ve idare bölümünde ayrı bir hukuk alt başlığına yer vermedik. Adalet talebi açısından ise hukuk ihtiyacına ise yargı alt başlığı altında yer verdik. Sonuç olarak hukuk tüm öneriler ve talepler bakımından asli dayanak olduğundan raporun tamamı bir hukuk ihtiyacı olarak okunabilir.

III- SAHA ÇALIŞMASININ VERİLERİ

A- SÜRECE İLİŞKİN ÖNERİLER VE TALEPLER

1- SOSYAL PSİKOLOJİYE İLİŞKİN ÖNERİLER VE TALEPLER

Batıdakiler ön yargılardan kurtulmalı

Bölgede çatışmadan kaynaklanan ağır travmaların Türkiye kamuoyunda bilinmemesi, bunun sebebiyet verdiği yanlış algıların düzeltilmesi için gayret gösterilmesi

İnsani taleplerin Türkiye’nin farklı bölgelerindeki insanlar tarafından “bölünme hassasiyeti” olarak değerlendirilmemesi

Diyanetin barış sürecinde aktif rol üstlenmesi, veda hutbesi ekseninde kardeşlik hukukunu öne çıkarması

Sürece zarar veren dilin (terör örgütü, bebek? katili vb.) bırakılması

Psikolojik travmaların izalesi için sosyal projeler geliştirilmesi

Devlet tarafından haksızlığa uğratılmış tüm kişilerin itibarların iade edilmesi

Şeyh Said, Said Nursi, Seyyid Rıza vb. isimlerin itibarlarının iadesi
Kardeş şehir, kardeş aile uygulaması yapılmalı

Kanaat önderleri devreye sokulmalı

1937 ve 1938 Dersim soykırımlarının kınanması

Etnik ve mezhebi ayrımcılıklara ve asimilasyon politikalarına son verilmesi

Batı bölgelerinde yaşayanlar için doğuya turizm seferberliği başlatılmalı. Batı doğuyu tanımalı, doğu batıya kendini tanıtmalı.

Bu ülke artık tek din, tek dil gibi söylemleri? kaldırmıyor.

Tekçilikten vazgeçilmeli. Tek dil, tek millet değil, ortak vatan, ortak devlet denmeli.

Devlet hem Kürt halkından hem de (yanlış ve eksik bilgilendirdiği için) Türk halkından özür dilemeli.

Kalıplaşmış deyimlerden vazgeçilmeli: Türk bayrağı, Türk milleti, ne mutlu Türküm diyene, Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur, Türkiye Türklerindir, bir Türk dünyaya bedeldir gibi.

CHP ve MHP olumsuz tavrını bırakmalı. Siyasiler aralarındaki cedelleşmeyi bırakmalı. Başbakan kıymetli bir iş yapıyor, işine odaklanmalı. Muhalefet de sürecin başarısı için çağırılmalı. Başbakanın davetine gelmezlerse cumhurbaşkanı çağırmalı. Kavl-i leyyin öne çıkmalı. Barış sürecinin sorumluluğu tek başına Ak Parti’nin üzerinde kalmamalı.

2- SİYASİ ÖNERİLER VE TALEPLER

a- Hukuk Düzleminde Yeni anayasa

Anadilde eğitim

Seçim barajının kaldırılması

Siyasi partiler kanununun değiştirilmesi

Yerel yönetimlere daha fazla yetki verilmesi

TMK’nın kaldırılması

Siyasal genel af

Öcalan’ın serbest bırakılması (bu talep Öcalan’a yakın siyasi hareketler tarafından örgütlü olarak dile getirilmiştir, ancak diğer bazı Kürt siyasi grupları da (azadi gibi) bu talebe katılmıştır. Bu talep Öcalan’ın koşullarının iyileştirilmesi olarak ifade edilen ve ilgili bölümde yer verilen talepten farklı olarak gündeme getirilmiştir.)

Gerçek demokrasi olmadan barış olmaz. Süreç karşılıklı? konuşabilme, bir masa etrafında buluşabilme anlamında başarılı ama barışın tüm boyutlarıyla olabilmesi için gerçek demokrasi olması lazım.

Türkiye milletvekilliği, yerel parlamentolar olmalı. Eyalet sistemi olmalı

Diyanet yeniden yapılandırılmalıdır.

Sivil temsilciler meclisi.

Cemevleri ibadethane statüsünde yasal zeminde ifadesini bulmalıdır: 2009’da Demokratik Açılımla birlikte Alevi çalıştayları düzenlendi. Ama Alevilerin beklentilerine cevap verilmedi. Mesela Cemevlerine izin çıkmadı. Alevilerin ödedikleri vergilerle camiler inşa ediliyor ama hiç Cemevi yapılmıyor.

Tüm mağdur edilenlere tazminat ödenmeli.

Teorik demokrasiden pratik demokrasiye geçilmeli.


b- Yürütme/İdare ve Güvenlik Düzleminde

Sadece PKK ve silahlı güçler muhatap alınmamalı. Bölge halkı topyekün muhatap alınmalı. Şeyhleriyle, Seydalarıyla ve diğer yapılanmalarıyla birlikte.

Yol? kontrollerinin kaldırılması

Mayınların temizlenmesi

Köylere geri dönüş


Karakol ve kalekol yapımlarının durdurulması

Koruculuğun kaldırılması


Koruculuk yapanların sosyal haklarının güvenceye alınması

Bölgeye atanan yöneticilerin halkla uyumlu olması

Çatışma dönemlerinde görev yapanların rotasyonu

Atamalarda “doğu hizmeti” ifadesinin kaldırılması

Yer isimlerinin iadesi (Dersim, Gever, Çolemerik, Elaziz)

Cadde, okul, havaalanı gibi yerlerde İnönü, Fevzi Çakmak, Abdullah? Alpdoğan, Sabiha Gökçen gibi isimlendirmelerin terk edilmesi

Sol örgütler: Özellikle Tunceli’de PKK sonrası dönemde TİKKO ve MKP gibi yapılanmalara dikkat edilmeli. PKK’nın ağır silahlarının bu örgütlere bırakılacağı ifade ediliyor. Tunceli halkı bu örgütlere silahlı mücadelenin çıkmaz yol olduğunu anlatmalı.

Tunceli’de şehri BBG evi gibi gözetleyen kameraların kaldırılması

Tunceli’de baraj yapımlarının durdurulması

Seyyid Rıza’nın mezarının gösterilmesi

Dindarların sorunları da görülmeli. Devlet dinle de barışmalı. Bölgede hala Kur’an öğretenler cezalandırılıyor.

Başörtüsü sorunu halledilmeli.

Üniversitelerde ajanlaştırma faaliyetlerine son verilmeli.

Diyanet İşleri Başkanlığıyla görüşün: ümmet dili kullanılsın. Kavmiyetçi ifadeleri çıkarsınlar. Türk kelimelerini çıkarıp Kürt yazsanız ve aynı hutbeleri Yozgat’ta okusanız ne olur?

Öcalan serbest? bırakılmazsa bile barışı yönetmesi sağlanmalı. Hiç olmazsa şartları iyileştirilmeli.

c- Yargısal Süreçler Bakımından

Ergenekon operasyonlarının Fırat’ın doğusuna da taşınması

Roboski olayının çözülmesi

Uludere katliamından dolayı özür dilenmeli ve failleri cezalandırılmalı.

Toplu mezarların ortaya çıkarılması

Hasta? tutukluların serbest bırakılması ve tedavilerinin yapılması

Geçmişte yanlış? yapan yönetici, asker ve polislerin yargılanması

Korkmaz Tağma gibi alenen zulmeden ve bilinen askerler yargılanmalı.

3- İKTİSADİ SÜREÇLERE İLİŞKİN ÖNERİLER VE TALEPLER

Yayla yasaklarının kaldırılması

Sınır ticaretinin açılması

Sınırların önemsizleştirilmesi politikası çerçevesinde serbest? dolaşım düzenlemelerinin yapılması
Yargı paketleri yanında ekonomik? paketler de olmalı.

Bölgenin hayvancılık, tarım (özellikle bazı bölgelerde organik tarım), arıcılık potansiyeli harekete geçirilmeli.

Bölgenin turizm potansiyelini harekete geçirmeye yönelik özel girişimler olmalı.

4- KÜLTÜREL ÖNERİLER VE TALEPLER

Eğitim sistemi baştan aşağı sıfırdan? yenilenmeli. Sıkıntıların temelinde eğitim sistemi var.

Medyanın kullandığı? dili değiştirmesi, süreci destekleyen bir dil kullanılması

Eğitim programlarının bölgeye göre yeniden yapılandırılması. Tarih ve mantık dersleri üzerine eğilmek gerekiyor.

Sürece zarar veren dizilerin kaldırılması

Diyarbakır cezaevinin insan hakları müzesine dönüştürülmesi

Irkçı, şoven ifadelerin dağlardan ve tabelalardan kaldırılması

Andımızın kaldırılması

Demokrasi üniversitelerde de olmalı. Üniversitelerden siyasi? baskılar da kaldırılmalı. Özgür bilim ve sanat olmalı. Gerici ve faşist uygulamalara son verilmeli. Öğrencilerin kulüp kurmasına izin verilmiyor. Hocalar ayrımcılık yaparak Kürt öğrencilerin kulüp danışmanlığını kabul etmiyor.

İslami STK’lar laik ulusalcı yaklaşımlardan uzak durmalı. Hakiki İslam anlayışı uygulanmalı. Medreselerin ihyası ve toplumsal barışa katkısı sağlanmalı. Islah ve irşad hamlesi başlatılmalı. Kur’an ve sünnet ekseninde olmazsa nasıl olacak? Hamas ve El-Fetih arasında arabulucu olanlar burada niçin hamle yapmıyor? İki pınar Şeyh Said ve Said- Nursi. İade-i itibar olmalı.

Akil insanlar heyeti genişletilmeli ve kalıcı olmalı. Konumunuzu biliyoruz. Karar verici değilsiniz. Ama “hakikat arayıcısı” olduğunuzu görüyoruz. Adalet adına mağdurlardan mazlumlardan yana olmalısınız. “Barış elçileri” ve “umut elçileri” denebilir. “Cemaat-i Hak”. Hakkı ortaya çıkarmak için teşkil olunan ve cemaat yapan kimselersiniz. “Bilge kişiler heyeti”.

Devlet anlayışı? değişmeli. Bir akil insanlar heyeti de devletin askerini, polisini sürece hazırlamalı. Türk kurtlaşmasının çözümü Kürt kurtlaşması değildir. Devletin mankurtlaştırması da değildir. Ulus devlet ve kutsal devlet algısından sarf-ı nazar edip, kerim, müşfik, hâdim ve munis devlet anlayışına geçilmeli. Cumhuriyet herkese (Sünniye, Aleviye, Kürde vb.) sınır getirdi. Zaman içerisinde herkes kendisi olmaktan çıktı. Barış sürecinin selameti için devlet dinle, Ankara Anadolu’yla barışmalı.

Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu gibi? kurumlar yanında Kürt Dil Kurumu, Kürt Tarih Kurumu gibi kurumlar da olmalı.

Yaşayan Diller Enstitüsü mezunlarına öğretmenlik hakkı? verilmeli.

5- SOSYAL ADALET TALEPLERİ (İstihdam, gelir güvencesi ve teşvikler vb.)

İşsizlik çözülmeli

Sendikal örgütlenmenin önündeki engeller kaldırılmalı

Gelir güvencesi için sosyal politikalar geliştirilmeli

Bölgeye yönelik teşvikler artırılmalı

Bölgede görev yapan özellikle polislerle ilgili çalışma koşulları düzeltilmeli ve terfi uygulamalarında eşitlik sağlanmalı (akademi mezunlarıyla yüksekokul mezunları arasındaki eşitsizliğin giderilmesi, yani standart polis olarak mesleğe başlayanlar ile polis akademisi mezunu olarak başlayanlar arasındaki ayrımcılığın ortadan kaldırılması)

6- DOĞAYA İLİŞKİN ÖNERİLER VE TALEPLER

Toplumsal barış tabiatı da görmeli. Ormanlar, dereler, toprak, su? bunlar da yok ediliyor.
Bölgenin yok edilen, yakılan ormanları yeniden kazandırılmalı. Bölgenin ormanları yok edildi. Köy korucuları ağaç dikmekle vazifelendirilsin

Bölgede (özellikle Tunceli Munzur ve Pülümür vadilerinde) yapılması düşünülen HES’ler bir kez daha düşünülmeli.

B- SÜRECE İLİŞKİN ENDİŞELER

1- Güvence çerçevesindeki endişeler

Yine kandırılacak mıyız?

8 defa yaşanan bu süreç 9. defa akamete uğrayacak mı?

Fail-i? meçhul deniyor oysa hepsinin failleri bellidir.

Hiç kimse boşu boşuna dağa çıkmamıştır.

Başbakan dün söylediğini bugün nakzedecek açıklamalar yapıyor.

Hükümet samimi değil.

Önümüzde seçimler var ve Suriye politikasından dolayı konjonktürel olarak barış istiyorlar.

Sistemler zaten barışı sağlamak istemezler.

Birileri bu ülkenin sahibi birileri de misafir değil.

Operasyonlar durdurulmadı, yeni korucular alınıyor, yeni çete örgütler kuruluyor, karakollar inşa ediliyor.

Akrabalarımın kanını helal edebilirim ama boşa gitmemeli.


Türkiye Cumhuriyeti sadece Türklerin mi olacak?

Kürt halkının önderini 4 duvar arasında tutarak nasıl barışacaksınız?

Dilinizi değiştirmeden nasıl barışacaksınız?

Akil? insanlar terör ifadesini kullanabiliyor. Bu tarafsızlığı zedeler.

Lozan’dan günümüze kadar Kürt halkı kandırıldı, kandırılmaya çalışıldı. Artık kandırılmak istemiyoruz.
Kürtlerden ziyade Türkler ikna edilmeli.

Bölgede kontrol noktaları, akrepler, namlular çok fazla.

Türk devlet aklı? ve vicdanına güvenemiyoruz. Bize bu konuda nasıl bir garanti verilecek?

Türkler Kürtlerle eşit olmak istemiyor.

Doğduğumdan beri hep kardeş olduğumuzu söylediler. Oysa bunu göremedik. Dolayısıyla ben artık kardeşlik değil hukuk zemininde eşitlik istiyorum.

Türk Kürt kardeşliği de eşitliği? doğurmayabilir. Birebir eşitlik olmadan kardeşlik söylemi de doğru olmaz.

Cemaat dernekleri, vakıflar vb. kurduruluyor. Sanki Hamidiye alaylarının modernizasyonu gibi.
Barış ama hangi barış? Rencide eden bir barış olmaz.? Psikolojik savaşı devam ettirenler var.

Yeni Şark Islahat Raporları? istemiyoruz.

Türk basını hala aynı kötü dili kullanıyor.

İttihat ve Terakki’den bu yana Kürt sorunu Kürtleri zabt u rabt altına alma sorunudur. Her seferinde Kürdistan’a yeni fetihler düzenledi. 2005’te Başbakan güzel şeyler söyledi ama sonrasında yanlış adımlar atıldı. Her iki liderin de tutumu takdire şayan. Ama kaygılarımız var.

Kürtlerde şu anlayış gelişti: DEVLETE GÜVEN OLMAZ. Bu süreç umarız bu ifadeyi yalanlar. Bizlere ne verildiği soruluyor: biz kimseden lütuf beklemiyoruz, gasp edilen haklarımızı talep ediyoruz.

Gerilla anneleri yavrularına kavuşabilecek mi?

Geri çekilmeler için yasal? güvence olacak mı?

Hakikatleri Araştırma Komisyonu olacak mı?

Kimlik ve inanç hakları tanınacak mı?


2- Yöntem ve sonuçla ilgili endişeler

Öcalan’ın ve PKK’nın muhatap alınması doğru mu?

Bölünme? kaygısı. Kürtlere bağımsızlık mı veriliyor?

Neler verildi?

Proje yerli mi yoksa hâkim güçlerin dayatması mı?

AKP , BDP, PKK ekseninde? yürütülen bu süreçte kim kiminle?

Bu heyette bulunmak sizleri vicdanen? rahatsız etmekte midir?

Dağda öldürülenlere şehit denilebilir mi?

PKK siyasi parti olarak kabul ediliyor sizler bundan rahatsızlık duymuyor musunuz?

PKK’lılar serbest bırakılacak mı?

TC ifadesi çıkarılacak mı?

Özerk bir yönetim kurulacak mı?

Silahsızlandırma sürecinde karşı tarafa verilen tavizler nelerdir?

Anayasal süreçle tatmin olunacak mı?? Yoksa başka talepler mi var?

Kürt siyasi hareketi ne istediğini, devlet de? ne verdiğini anlatmalıdır?

Barışa taraftarız ama içinde ne olduğunu bilmiyoruz.

Diğer ülkelerin dayatmasıyla mı oluyor?

Kürtlerle oluyor? da Alevilerle niçin olmuyor?

BOP kapsamında mı hareket ediliyor?


İran, Irak, Suriye hep birlikte düşündüğümüzde acaba mezhep kavgasına mı çekiliyoruz.

Sınır dışına çıkanlar, Suriye’de Kürt Bölgesi kurulması için? mi savaşacak?

Sınır dışına çıkanlar, daha sonra çok daha güçlü bir biçimde? içeri girip tekrar sorun olmayacaklar mı?

Bunun güvencesi nedir?

Öcalan ne? olacak? İçeridekiler ne olacak. Af var mı?

Örgüt her şeyiyle çekilecek mi?

İlerisinin neler getireceğini hiç kimse bilmiyor. Neticelerden endişe? edenler var. Devlet parçalanacak mı? Bu konulara tatmin edici açıklamalar yapılmalı. Daha açık konuşulmalı. Sürecin adımları anlatılmalı. Kitleleri tatmin edici açıklamalar yapılmalı. Süreç seçimlere ve iç siyasete malzeme yapılmamalı.

Bölünme olacak mı? Öcalan serbest bırakılacak mı?

Mesela? sadece etnisite sorunu değildir. Mesela Hanefilik bize dayatılıyor oysa biz Şafii’yiz.

Süreç, şehit ailelerine zarar verecek mi? Haklarında gerileme? olacak mı? Şehitlere verilen değer azalacak mı?

Terörle mücadele döneminde? görev alan güvenlik güçlerinin itibarsızlaştırılmasından endişe ediyoruz. Yakın zamana kadar kahramanken, şimdi “hain” gözü ile bakılmaktan korkuyoruz. Bizlerin yaşadığı sorunların da dikkate alınması gerekir.

IV- HEYETİN YAKLAŞIMLARI

A- DEĞERLENDİRME SİSTEMATİĞİ

1- ALT BAŞLIKLAR
Heyetin saha çalışması sırasında verdiği mesajlar, edindiği izlenimler ve değerlendirme bu bölümün alt başlıklarını oluşturuyor.

Mesajlar saha çalışması boyunca içerik olarak güçlendi, biçim olarak çeşitlendi. Burada yer alan mesajlar, heyetin temel yaklaşımlarını ve fikri doğrultusunu ortaya koyan bir özelliğe sahip. Ayrıca bu mesajların sahada büyük ölçüde karşılık bulduğunu belirtmek gerekiyor.

Heyetin izlenimleri sürecin bundan sonra da toplumla ilişki içerisinde götürülmesinin son derece önemli olduğu sonucunu doğuruyor.

Önerilerin ve taleplerin değerlendirilmesi genel bir analiz ve sistematik çerçevesinde yapıldı. Yeni anayasa taleplerinin değerlendirildiği bölümde teknik bir konu olarak görülmekle birlikte toplumsal, siyasal ve hukuki meşruiyet açısından değerlendirilmesi gerektiği için yeni anayasanın yapımı ve yasalaştırması yöntemine yer vermeyi uygun gördük. Çünkü teknik tartışmalar arasında ülkemizin anayasa ihtiyacının karşılanması çabalarının gölgelenmesi önemli bir sorun olarak karşımızda duruyor. Bu sorunun toplumsal ve siyasal meşruiyet eksenli bir politikayla aşılmasının gerekli olduğu görüşündeyiz.

2- TALEPLERİN ÖNCELİK SIRALAMASI KONUSUNDA DEĞERLENDİRME

Bu değerlendirmeden çıkan sonuçları derhal ve zamana yayılarak yapılacak işler olarak iki kategoriye ayırmak mümkün. Zamana yayılacak işlerin de orta ve uzun vadeli olarak planlanması da söz konusu olabilir.

Bu bağlamda yasama faaliyeti başlığı altında yer alan; toplumsal barış için gerekli yasalaştırma faaliyeti kısa vadeli programın konusu olmalı görüşündeyiz. Aynı şekilde yürütme faaliyeti başlığı altında yer verdiğimiz konuların hemen hemen tamamı kısa ve orta vadede atılması gereken adımlar olarak gözüküyor. Yargısal faaliyet başlığı altında yer alan konular çoğunlukla kısa ve orta vadeli işler niteliğinde gözüküyor. Buna mukabil yeni anayasa ve bağlı olarak genel yasalaştırma faaliyeti ise orta ve uzun vadeli işler olarak öne çıkıyor.

İlgili bölümlerde anılan tüm işlere ayrıntılı olarak yer verilmiştir.

B- MESAJLAR
1. Akil insanların sivil bir girişim olduğu ve görevlerinin siyasi karar vericilere talepleri iletmek üzere topluma asistanlık yapmak olduğu belirtildi.

2. Heyet üyeleri çözüm sürecinin “devletin kendini yenileyerek toplumla barışma süreci” olarak algılanması gerektiğine işaret ettiler.

3. Silahların susmasıyla birlikte demokratikleşme sürecinin güç ve hız kazanacağı, Türkiye’nin demokratikleşme yolunda atacağı adımlarla kalıcı toplumsal barış ortamına geçiş yapabileceği ifade edildi.
4. Atanmışlara karşı seçilmişlerin söz söyleyebilmesi noktasına yeni gelindiği, geçiş süreçlerinde taleplerin hemen karşılanmasının mümkün olmadığı, bu açıdan sabırlı olmak gerektiği mesajı verildi.

5. Bu sürecin toplumsal ve siyasi meşruiyetinin çok yüksek olduğu ve bunun hukuki meşruiyet zeminini güçlendireceği vurgulandı.

6. Bölünme kaygısının yersiz olduğu ifade edildi. Çünkü bölünmenin objektif şartları yok. Bilakis birlikteliğin ve bir arada hareket etmenin gerekleri söz konusu. Hem iç dinamiklerin hem de dış dinamiklerin bölünmeye değil birlikteliğe yönlendirdiği vurgulandı.

7. Geçmişte benzeri süreçlerdeki olumsuz pratikler yüzünden yaşanan aldatılma endişesinin yersiz olduğu vurgulandı. Çünkü eski vesayetçi ve güvenlikçi devlet anlayışının miadını doldururduğu, toplumla barışık yeni devlet anlayışının hâkim duruma geçmekte olduğu ifade edildi.

8. Kalıcı çatışmasızlık ortamının sağlanmasıyla istikrar ve güven ortamına geçilebileceği, Türkiye’nin siyasi, sosyal ve iktisadi anlamda büyüyebilmesinin ve küresel aktör olabilmesinin yolunun açılacağı belirtildi. Bu durumda hiçbir şey kaybedilmeyeceği gibi hep birlikte çok şey kazanılacağının altı çizildi.

9. Kalıcı barış, huzur, güven, istikrar için; adaletin, eşitliğin, hakların ve özgürlüklerin sağlanması yolunda herkesin üzerine düşeni yapması istendi. Hep birlikte bu özellikleri taşıyan yeni bir siyasal düzenin kurulması çabası içinde olunması mesajı verildi.

10. Demokratik, katılımcı ve adem-i merkeziyetçi bir siyasal paradigma değişikliği yapabilmemiz durumunda büyük bir sıçrama gerçekleştirebileceğimiz anlatıldı. 21. yüzyılda tüm dünyaya örnek teşkil edebilecek alternatif bir siyasal model sunabileceğimiz vurgulandı. Bu yüzyılda artık taşımamamız gereken 20. yüzyıl sorunlarını ve sırtımızdaki bagajları bu değişimle birlikte atabileceğimiz belirtildi.

11. Acıların yarıştırılmaması ancak üstünün de örtülmemesi ifade edildi. Hesaplaşma yerine helalleşme, sorunlu geçmiş yerine huzurlu ve müreffeh geleceği öne çıkarmak vurgulandı. Hep birlikte umut dolu yarınların nasıl bir arada kurulacağı hedefine odaklanılması gerektiği belirtildi.

12. Politik talepler konusunda siyasal gerçekçilik tavsiye edildi.

13. Bir “demokrasi koalisyonu” içinde bulunduğumuzun, demokratikleşme hedefi ile faaliyet yürüten bütün tarafların bu koalisyonun güçlenmesine katkı vermesinin gerekliliği, buna mukabil maniple edilebilecek yaklaşımlardan uzak durmasının altı çizildi. Ancak bu şekilde, demokratik merkezin güçlenmesi sağlanarak demokratikleşmenin güvence altına alınabileceği vurgulandı.

14. Gelecek vizyonu çerçevesinde barış süreciyle birlikte Türkiye’nin büyüyebileceği, hatta kriz yaşayan dünya sistemine esinlendirici ekonomik ve siyasal örnekler sunabileceği, bazı süreçlere önderlik yapabileceği fırsatların önümüzde olduğu vurgulandı.

15. Sürecin cumhuriyet tarihinde ilk defa aşağıdan yukarıya doğru toplumsal iradenin ortaya çıkartılarak bu iradeye dayalı, yeni bir siyasal paradigma, yeni bir hukuk, yeni bir toplum modeli ve yeni bir sosyal barış projesi üretme ve üretilen bu modelle herkese mutluluk getirebilme potansiyeline dikkat çekildi. Bunun bir demokratik inşa sürecinin başlangıcı olduğu vurgulandı.

16. Endişelere karşı iç ve dış dinamikler üzerinden yapılan iktisadi ve sosyolojik analizlerle uygun cevaplar verildi. Dünyanın insan hakları, eşitlik, barış, demokrasi ekseninde entegrasyona, bölgesel ve küresel birlikteliklere doğru yol aldığı bir zaman diliminde bölünme endişesinin yersiz olduğu anlatıldı.

C- İZLENİMLER VE TESPİTLER

1. İzlenimlerimize göre “akil insanlar heyeti fikri” heyeti oluşturanların isimlerini ve kimliklerini çok çok aşan olumlu bir etki yarattı. Böyle bir faaliyet, toplum tarafından devletle ilişki kurmanın ve iradesini siyasete aktarmanın zemini olarak algılandı. Çalışmanın kendisi tek başına dahi verilen mesajlardan ve yapılan müzakerelerden bağımsız olarak çözüm sürecine çok büyük bir katkı yaptı.

2. Doğu Anadolu Bölgesi halkının çözüm sürecine desteğinin çok yüksek olduğu gözlendi. Bununla birlikte geçmişte yaşananlar sebebiyle devlete ve kurumlara karşı bir aidiyet zaafiyeti ve kırgınlık olduğu tespit edildi.

3. Neredeyse toplumun tamamında bu sorunun askeri ve silahlı yöntemlerle çözülemeyeceği konusunda bir mutabakat olduğu tespit edildi.

4. Süreci destekleyenler üç kategoride toplanıyor: Birincisi, kalıcı çatışmasızlık ve güven ortamı sağlanmasını hiçbir koşul ileri sürmeden destekleyenler. İkincisi, süreci destekleyen ancak bazı hak ve özgürlüklerin yasal düzenlemelerle güvence altına alınmasını isteyenler. Üçüncüsü, süreci destekleyenler ancak güvence verilmeyeceği hususunda yahut siyasi genel af ve bölünme gibi konularda endişe ve kaygı taşıyanlar.

5. Sürece karşı çıkanlar da (izlenimlerimize göre marjinal sayılabilecek küçük bir kesim) sorunun askeri ve silahlı yöntemlerle çözülemeyeceğini kabul etmekle birlikte kullanılan yöntemlere karşı çıkıyorlar. Ancak herhangi bir alternatif çözüm önerisi de sunamadıkları tespit edildi.

6. Farklı düşünen çevrelerin bir araya getirildiği toplantılarda karşılıklı görüşlere tahammül etme seviyesinin yükseldiği görüldü. Ve bu ortamlarda çözüm sürecini destekleyen optimum olumlu sonuçlar çıktı. Gittiğimiz her yerde toplantılara katılanlar ilk kez birçok farklı çevreyle bir araya geldiklerini ifade etti ve bunun anlamlı ve önemli olduğu vurguladı.

7. Protestolar çözüm sürecine destek verenlerin hem kararlılığını artırdı hem de tabanını genişletti. Diğer deyişle, protestolar karşı çıkanlara güç kazandırmadı tam tersine güç kaybettirdi.

8. Özellikle bazı yerlerde, belli bir kesimde yüksek düzeyde bir politizasyon olduğu gözlendi. Bu nedenle bu çevrelerde zaman zaman keskin ifade biçimlerinin de tercih edildiği görüldü. Bununla birlikte aynı çevreler koşulsuz olarak diyaloga ve görüşmeye açık bir yaklaşım içindeler. Sivil girişimlerin sağlayacağı müzakere ve görüşme ortamlarının değişime açık olan bu çevrelerin olağanlaşmasına katkı yapabileceği gözlemlendi.

9. Toplumun güncel politika dışında kalan kesimlerinde asıl beklentilerin adalet, eşitlik, kalkınma ve barış içinde birlikte bir gelecek tasavvuru olduğu tespit edildi. Politik kesimlere nazaran, büyük çoğunluğu oluşturan bu kesimlerin, bu taleplerini herhangi bir dar siyasi referansa bağlamadan tamamen ülkenin ve toplumun iyiliği üzerinden dile getirdikleri gözlendi.

10. Bölgedeki ekonomik sosyal sorunların çözümü için “Barış İklimine” ihtiyaç olduğu kadar, barış ikliminin sürdürülebilirliğini sağlamak için insan odaklı ekonomik ve sosyal paketlerin hayata geçirilmesine de büyük bir ihtiyaç olduğu gözlendi.

11. Ekonomik ve sosyal kalkınmanın ancak güven içinde ve huzurlu bir ortamda başarıya ulaşabileceği düşünüldüğünde; yoksulluk, işsizlik, taşeron işçiliği sorunu, kayıt dışı çalışma, eğitim gibi sorun alanlarına yönelik oluşturulacak ekonomik ve sosyal politikaların ve atılacak adımların amacına ulaşmasının, barış iklimini sürekli hale gelmesine büyük katkı sağlayacağı tespit edildi.

12. Bu çerçevede bölgeye yönelik demokrasi ve insan haklarının geliştirilmesi temelinde atılacak adımların ekonomik ve sosyal paketlerle pekiştirilmesinin; yoksulluk ve işsizliğin yoğun olarak yaşandığı bölgede aidiyetin güçlenmesi ve devlete olan güvenin artması bakımından yeni bir başlangıç oluşturacağı güçlü bir biçimde gözlemlendi.


D- ÖNERİLER VE TALEPLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

1- SİYASAL TOPLUM DÜZLEMİNDE

a- Yasama Faaliyeti (Hukuk Reformu)

i- Yeni Anayasa (Orta ve Uzun Vadeli Hedef)

Saha çalışmamızdan edindiğimiz izlenimler ile gelen öneriler ve taleplerin değerlendirmesi çerçevesinde yeni anayasa konusunda çok önemli sonuçlar çıkıyor.
Herkes Türkiye’nin tarihi bir dönemden geçtiği konusunda büyük bir kabule sahip. Çözüm ve barış süreci Türkiye’nin başta Kürt sorunu, inanç özgürlüğü, demokratik ve eşitlikçi katılım sorunları olmak üzere kadim sorunlarının çözümüne olanak sağlayacak bir dönemi başlatıyor. Bu yeni dönemin bireysel hak ve özgürlükler ve sosyal adaletin teminatı olacak hukuk alanında bir reform ile yürütülmesi gerekiyor. Demokratik hukuk reformunu başlatacak temel araç anayasadır.

Türkiye için bir anayasanın yeni olabilmesi bakımından; bu anayasa, yüz yıllık sorunlarımızın çözümüne imkân veren ilkeleri ve bu ilkelere uygun bir devlet yapısını kurmalıdır. Buna göre Türkiye toplumunun bütün dinsel, etnik, dilsel kimlikleri, toplumsal cinsiyet grupları ve tüm diğer toplumsal kesimler yeni siyasal sistemin eşit haklara sahip kurucusu, katılımcısı ve denetleyicisi olmalıdır.

Yeni anayasadan söz edebilmek için bu anayasa sadece geçmişten taşıdığımız sorunları çözmeye imkân veren değil geleceğimizi öngören ilkeleri de içeren bir özelliğe sahip olmalıdır. Buna göre Türkiye’nin bölgesel ve küresel seviyede belirleyici aktörlerden biri haline gelebilmesi için yeni anayasanın hem büyümeye hem de etki alanını genişletmeye imkân sağlayacak ilkeler ve normlar içermesi, evrensel hukukla bütünleşen ve geliştiren bir yönelime sahip olması gerekir.

Vurgulanmalıdır ki Türkiye toplumu ilk kez açıklandığı çerçevede ve içerikte sivil ve yeni bir anayasa yapmak imkânına sahip oldu.

Türkiye toplumu asli kurucu iktidar olarak 2011 Haziran seçimlerinde TBMM’yi yeni ve sivil bir anayasa çıkarmak konusunda görevlendirdi. Bu yasama döneminde ülkemizi yeni bir anayasaya kavuşturmak TBMM’nin tarihsel bir görevidir.

Sivil ve yeni anayasa ihtiyacının karşılanması için parti siyasetini aşan bir siyaset tercih edilmelidir. Sivil bir anayasa için parti politikaları üzerinden uzlaşma arayışları değil, toplumdan gelen görüş ve önerilere dayanan bir uzlaşma arayışı seçilmelidir.

Sivil ve yeni bir anayasa toplum, birey ve doğa merkezli bir felsefeye dayanmalıdır.

Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun yeni anayasa sürecinde uzlaşamaması durumunda demokratikleşme dönüşümünün önderliğini yapan siyasi partiler ya da gruplar yeni anayasa yapma sorumluluğunu üstlenerek süreci ilerletmelidir. Eskiyi savunanlarla yeni anayasa konusunda uzlaşma sağlanamayacağı açıktır. Uzlaşma ancak yeniyi talep edenlerle olabilir. Yeni süreci okuyabilenlerle uzlaşıp, yola devam edilmelidir.
Yeni bir anayasa için 1982 anayasasının referans alınmadığı ve tamamen yeni bir sistematik belirlenerek bir yazım süreci yürütülmelidir.
Yeni anayasanın yasalaştırılmasına ilişkin kurallar mevcut pozitif kurallardan tamamen bağımsız olarak TBMM tarafından belirlenmeli ve her durumda halk oylamasıyla yürürlüğe sokulması kararlaştırılmalıdır.

Anayasa Uzlaşma Komisyonu ve yasalaştırma hususlarına ilişkin görüşümüz izleyen bölümde ayrıntılandırılmış ve gerekçelendirilmiş olarak yer almaktadır.

Bir “geçiş dönemi” anayasasına ihtiyaç duyulacaksa bu anayasada dahi; vatandaşlık, ana dille yaşama, inanç ve vicdan özgürlüğü ve adem-i merkeziyetçilik/ulusal üstü ve yerel düzeyde dikey erk dağılımı konuları toplumsal taleplere uygun bir bakış açısıyla düzenlenmelidir. Bu konularda geçmişten bugüne taşıdığımız ve ülkemizin önünü tıkayan sorunların çözümüne imkân sağlayacak şekilde eşit haklı ve karar alma sürecine katılımcı yurttaşlığa dayanan düzenlemelere mutlak surette yer verilmelidir. Geçiş dönemi dense dahi yapılacak anayasada asla değiştirilmez maddeler olmamalı, darbeci anayasal zihniyet tümden tasfiye edilmelidir.

Siyasal sistem tartışmaları, esas değil tali tartışmalar olarak kabul edilmeli, sadece etkin ve işlevsel devlet pratiği üretmeye bağlanmamalı, demokrasinin güçlendirilmesi açısından ele alınmalıdır.

Sonuç olarak; Türkiye hem geçmişten gelen sorunlarını çözebilecek hem de yirmi birinci yüzyılın ihtiyacına uygun bir siyasal sistemi üretecek bir fırsat yakalamıştır. Bürokratik kurumsal egemenliği tamamen tasfiye edecek, bütün dinsel, etnik, dilsel ve toplumsal cinsiyet kimliklerin ve tüm diğer toplumsal kesimlerin eşit haklara sahip kurucusu, katılımcısı ve denetleyicisi olduğu toplumsal egemenliği tesis edecek bir siyasal sistemin kurulması mümkündür.

Böyle bir siyasal sisteme tedrici geçiş olsa bile bu geçiş anayasası; Kürtlerin, Alevilerin, başörtülü kadınların, tüm inanç topluluklarının, azınlıkların ve toplumsal cinsiyet gruplarının yaşadıkları sorunlara ve sosyal adalet sorunlarına çözüm imkânı sağlayacak bir içeriğe sahip olmalıdır. Yeni anayasa demokratik bir siyasi partiler ve seçim sistemine yer vermelidir. Ayrıca yine bu anayasa farklı yaşam tarzları nedeniyle tedirginlik ve kaygı taşıyan sosyal kategorilerin bu endişelerini giderecek bir yaklaşım taşımalıdır. Böyle bir anayasa Eski Türkiye’nin son anayasası olmalıdır.

Nihai olarak Yeni Türkiye’nin yeni anayasası hedefinden asla vazgeçilmemelidir.

ii- Yeni Anayasanın Hukuku

TBMM ANAYASA UZLAŞMA KOMİSYONUNA İLİŞKİN KISA DEĞERLENDİRME

TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu, TBMM Başkanının girişimiyle grubu bulunan partilerin eşit sayıda üye vermesi ile “ad-hoc” niteliğinde yani belli bir işi yerine getirmek amacıyla kurulmuş ve işi bitince sona erecek bir komisyondur.

Komisyonun çalışma usullerine ilişkin düzenlemede yeni anayasa yapım sürecine ilişkin hukukun metnin tamamlanmasından sonra siyasi partilerin mutabakatı ile belirleneceği kararlaştırılmış (Anayasa Uzlaşma Komisyonu Çalışma Usulleri m.14).

Yine çalışma usullerine göre, komisyon görüş birliği ile karar alır (m.6). Komisyonda temsil edilen siyasi partilerden birinin çekilmesi ya da çekilmiş sayılmasıyla komisyonun görev süresi sona erer (m.15).

Bunlara göre komisyon aslında pozitif hukuk kuralları çerçevesinde bağlayıcılığı olmayan bir çalışma yürütüyor. Komisyon ancak siyasi mutabakatla etkili olabilecek bir işleve sahip.

Şimdiye kadar ki komisyon çalışmaları yeni Anayasa konusunda komisyon bünyesinde siyasi mutabakatın gerçekleşmesinin mümkün olmadığına işaret ediyor. Müzakere edilen anayasal hükümlerin bir kısmında mutabık kalındığı ifade edilse de görüş birliğine varılan bu hususların yeni anayasadan beklenen temel değişikliklere karşılık düşmediği de anlaşılıyor. Bu nedenle, TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun çalışmalarının yeni anayasa sürecinin tamamlanası ile sonuçlanacak bir aşamaya ulaşamayacağı kuvvetle muhtemel.
Bu durum gözetilerek TBMM’nin 24. yasama döneminde yeni anayasa sürecinin ilerletilmesi ve nihayete erdirilmesi bakımından farklı bir çözüm imkânının ortaya konması gerekiyor. Bu imkânın TBMM’nin genel kurulda alacağı bir kararla oluşturulması mümkündür.

TBMM KARARI İLE SÜRECİ YÜRÜTMENİN GEREKÇELERİ

2011 12 Haziran günlü genel seçimlerle oluşturulan 24. Dönem TBMM kurulu, seçmen tarafından yeni anayasa yapmakla yetkilendirildi. Gerçekten de meclise giren ve grup oluşturan tüm partiler 2011 seçimlerinden önce kendi seçmenlerine ve Türkiye toplumuna yeni anayasa yapma sözü verdi. Anayasa yapma hakkına sahip olan Türkiye toplumu bu hakkını kullanmak bakımından 2011 seçimi ile oluşan TBMM’yi görevlendirdi.

Diğer anlatımla, toplum anayasa yapımına ilişkin kurucu iktidar rolünü TBMM eliyle yerine getirmek istiyor. Yeni anayasa mevcut anayasal düzenin kurallarına göre yapılamayacağından Toplumun Meclise verdiği görevin yerine getirilebilmesi için TBMM’nin doğrudan bir karar almasına ihtiyaç var.

TBMM’nin bu kararı alması bakımından toplumsal meşruiyet var. Çünkü Türkiye tarihinin en yüksek katılımlı ve seçim sonucunda da en geniş temsilin sağlandığı 2011 genel seçimlerinde oy kullanan tüm seçmenler parti ayrımı olmaksızın yeni anayasa yapılmasına ilişkin iradelerini ortaya koydu.

TBMM kararının siyasi meşruiyetinin sağlanabilmesi için de bu konuda oluşturulacak karar taslağının TBMM’de grubu bulunan tüm siyasi partilerle müzakere edilerek müzakere sonucunda mutabakat sağlansın sağlanmasın genel kurula getirilmesi yeterli olur. Siyasi meşruiyet siyasi müzakereye açık olmakla ve müzakereyi yapmakla sağlanabilen bir durumdur.

TBMM kararının hukuksal meşruiyeti için kararın meclis genel kurulunda aşamalı olarak 2/3, 3/5 ve son aşamada salt çoğunluk oranı ile kabulü sürecinin işletilmesi yeterli sayılabilir.

TBMM’nin yeni anayasa sürecine ilişkin alacağı genel kurul kararları Anayasa Mahkemesinin denetim yetkisinin dışındadır. Çünkü Anayasa Mahkemesi mevcut anayasaya göre kurulmuş ve işleyen bir yargı yeri olup anayasal denetimi de mevcut anayasanın hükümlerine göre yapıyor. Mevcut anayasa ise sadece anayasanın nasıl değiştirileceğine ilişkin hükümleri içeriyor. Bu nedenle yeni bir anayasanın nasıl yapılacağı mevcut anayasal kuralların dışında bir konudur.


TBMM KARAR TASLAĞI

“Anayasa İçin Genel Karar, Karar No:1”

12 Haziran 2011 tarihinde yapılan genel seçimle yeni bir demokratik anayasa yetkisi alan ve toplumun tek meşru temsilcisi olan TBMM, özgürlükçü demokratik düzeni inşa edecek toplum sözleşmesi niteliğindeki yeni anayasayı yapmaya karar vermiştir.

Anayasa taslağı TBMM bünyesinde sadece bu işle görevli olarak kurulacak yeni anayasa komisyonunda hazırlanır. Yeni anayasa komisyonda mecliste grubu bulunan partiler milletvekili sayısına göre oransal olarak temsil edilir.

Yeni anayasa komisyonunun üye sayısı ellidir. Komisyon ilk toplantısında komisyon başkanını, başkan vekilini ve komisyon sekretaryasını seçim yoluyla belirler. Komisyonun çalışma usullerini karar altına alır.

Yeni anayasa komisyonunda hazırlanan ve üye sayısının ilk oylamada 2/3 çoğunluğuyla, ikinci oylamada üye sayısının 3/5 çoğunluğuyla kabul edilen, ilk ve ikinci oylamada bu çoğunluğa ulaşılamazsa üye sayısının salt çoğunluğuyla kabul edilen teklif meclis genel kuruluna getirilmek üzere TBMM başkanlığına sunulur.

TBMM Başkanlığı, kendisine sunulan yeni anayasa taslağını derhal TBMM Genel Kuruluna getirir. Yeni anayasa taslağı TBMM Genel Kurulunda TBMM’nin “Anayasa İçin Genel Karar, Karar No:2” sayılı kararındaki usullere göre görüşülür.

TBMM Genel Kurulunda görüşmesi tamamlanan yeni anayasa teklifi birinci oylamada üye tam sayısının2/3 çoğunlukla, ikinci oylamada üye tam sayısının 3/5‘i oranında çoğunlukla, birinci ve ikinci oylamada bu çoğunluğa ulaşılamazsa üçüncü ve nihai oylamada üye tam sayısının salt çoğunluğuyla kabul edilir.
Genel kurulda kabul edilen yeni anayasa teklifi genel kurulda kabul tarihini izleyen 60. günün içinde bulunduğu haftanın pazar günü halkoyuna sunulur.

Halk oylamasında 16 yaşını tamamlamış Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı herkes oy kullanır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup yurt dışında yaşayan 16 yaşını tamamlayan herkesin bulundukları ülkelerden oylamaya katılma hakkı vardır.

TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek halk oylamasına sunulan yeni anayasa teklifi halkoyunda kullanılan geçerli oyların yarısından bir fazlasının kabul oyuyla Türkiye Cumhuriyeti Anayasası olarak varlık kazanır ve halk oylamasının kesin sonuçlarının ilanını takip eden gün resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girer.

Yeni Anayasanın halk oylamasına ilişkin yürütüm esasları ve kesin sonuçların ilanına ilişkin usul ve esaslar TBMM’nin “Anayasa İçin Genel Karar, Karar No:3” sayılı kararına göre belirlenir.

iii- Genel Olarak Yasalaştırma Faaliyetleri (Orta ve Uzun Vadeli Hedef)

Anayasal sisteme ilişkin bir yenileme adımı atıldıktan sonra ister geçiş dönemi anayasası olsun isterse geleceği kuran bir anayasa; her iki durumda da çok yoğun ve çok boyutlu bir yasalaştırma faaliyeti kaçınılmaz olacaktır. Türkiye’nin devlet aygıtının içinde işlediği yasal kuralların büyük çoğunluğunun otoriter ve üstenci bir devlet pratiğinin ürünü olduğu gözetildiğinde bir çok alanda yasa değişikliği yapılması zorunludur. Sadece yasaları değiştirmek değil, yasa yapmanın metotlarını değiştirmek de önemli bir konudur. Bürokratik-kurumsal yapının yasalaştırma faaliyetindeki belirleyici inisiyatifi kesin olarak ortadan kaldırılmalı, TBMM’nin merkezinde olduğu ve toplumsal katılımın esas alındığı bir yasalaştırma yönetimine geçilmelidir. Böyle bir hukuk reformunun zamana yayılarak yapılması kaçınılmayacak bir durumdur. Bu nedenle yeni anayasa ile başlayacak bir hukuk reformu politikası geliştirilmesi son derece önemli bir görev olarak önümüzde duruyor.

iv- Toplumsal Barış İçin Yapılması Gerekenler (Kısa Vadeli Hedef)

Kalıcı çatışmasızlık ortamı sağlandıktan sonra bunu da güvence altına almak için hızla toplumsal barış için adımlar atmak gerekiyor. Adil bir suç ve ceza uygulamasına geçebilmek, orantısız cezaların ve cezalandırıcı tutuklama pratiklerinin ortadan kaldırılabilmesi için Siyasi Partiler Kanunu, Seçim Kanunu, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu, TMK, TCK, CMK’yı da içine alacak yasal düzenlemeler yapılması gerekiyor. Özel olarak hasta tutukluların tutuksuz yargılanmasını sağlayacak bir düzenlemeye ihtiyaç duyuluyor. Eve dönüş politikalarının üretilmesi, istihdam olanaklarının yaratılması, terör-şiddet sarmalının etkisinde kalmış (asker, polis, özel harekatçı, militan, korucu, sivil insanlar..) herkesin rehabilitasyonuna ilişkin politikalar geliştirilmesi gerekiyor. Koruculuk sisteminin acilen tasfiyesi, koruculara sosyal güvenlik haklarının sağlanması, çeşitli hizmetlerde çalıştırılması önem taşıyor. Tüm terör-şiddet mağdurlarının ayrım yapılmaksızın sosyal ve iktisadi açıdan desteklenecek politikalara ihtiyaç duyuluyor. Ayrıca bu süreçte toplumsal ve siyasi meşruiyete dayalı olarak faaliyet yürütenlerin ister sivil ister kamu görevlisi olsun hukuki durumunun güvenceye kavuşturulması her türlü soruşturma ve kovuşturmadan muaf tutulması bir gereklilik olarak çıkıyor. Yanı sıra hakikatleri araştırma, yüzleşme ve adalet talepleri bakımından hem TBMM’nin devrede olduğu hem de TBMM dışında sivil girişimlerin içinde yer aldığı mekanizmalar gerekiyor. Tüm bunlar için acil bir yasalaştırma faaliyetine ihtiyaç var.

b- Yürütme Faaliyeti

i- İdari işlemlerle yapılması gerekenler (Kısa Vadeli Hedef)

Tali düzenleyici işlemler ve birel-özgül idari işlemler yoluyla; yöre, köy, kültür yapıları alanında isim değişikliklerinin yapılması, asimilasyon ve baskı politikalarını hatırlatan isimlerin kaldırılması, kamu hizmetlerine erişimde farklı dillerin kullanılması, ceza ve tutukevlerindeki uygulamalarda rahatlama sağlanması, resmi dilin yanı sıra yöresel olarak kullanılan dillerin kültürel faaliyetler ile idari hizmetler alanında kullanımına geçilmesi gibi önlemler söz konusu olabilir. Önemli sorunlardan birisi de karakol ve kalekol yapımlarının bir düzene kavuşturulması ihtiyacıdır. Bu bağlamda bu birimlerin baskı aygıtları olarak kullanılmayacağı, genel güvenlik birimlerine dönüşeceği, sınır gözetimi işlevi göreceği ve zaman içinde sınırlar bakımından elektronik gözetim sistemine geçildiğinde işlevlerinin azalacağı hususlarında hem açık bilgilendirmeler yapmak hem de geliştirilen politikaları uygulamak gerekliği söz konusudur.

ii- Kamu görevlilerine ilişkin yapılması gerekenler (Kısa Vadeli Hedef)

Gerilim ve çatışma dönemlerinde bölgede görev yapan kamu görevlilerinin rotasyona tabi tutulması, bölgede görev yapacak kamu görevlilerinin davranış kültürünün pozitif hale getirilmesi için meslek içi eğitim yapılması, bölgeye atanan kamu görevlilerinin sürgün psikolojisi yaşamaktan kurtarılması, bölgedeki her seviyede görev yapan kamu görevlilerinin halkla günlük temas içinde bulunması, ayrıca tüm kamu görevlilerinin ve özellikle güvenlik fonksiyonunda çalışanların çalışma koşullarından kaynaklanan sorunların da ele alınması ve çözümüne yönelik adımlar atılması beklenen yaklaşımlardır.

c- Yargısal Faaliyet (Kısa ve Orta Vadeli Hedef)

Adil yargılanma konusundaki şikâyetlerin giderilmesi, uzun tutuklama pratiklerine karşı önlem alınması, hasta tutukluların tutuksuz yargılanmasını sağlayacak bir düzenleme çerçevesinde tahliyelerinin sağlanması, savunma hakkının sınırlanmadan kullanılması, faili meçhuller ve kayıplarla ilgili yeni soruşturmalar açılması, Ergenekon’un faali meçhul cinayetler ve kayıplardaki rolünün açığa çıkarılması için soruşturma ve kovuşturmalara dâhil edilmesi, failleri belli olan devlet adına işlenen başta cinayet ve kayıp suçları olmak üzere tüm suçlarda soruşturma ve kovuşturma açılması yüzleşme ve adalet bakımından atılması zorunlu adımlar olarak öne çıkıyor.

2- SİVİL TOPLUM DÜZLEMİNDE

a- Sivil Hak Girişimleri (Sürekli Hedef)

Politik-sosyal sivil hak faaliyetlerinin sürekli kılınması, barış ve demokratikleşme sürecinin toplumsal destekle birlikte yürütülmesi bakımından son derece önemli gözüküyor. Bu nedenle tüm Türkiye’de demokratikleşme sürecine destek verecek, önerileri ve yaklaşımlarıyla siyasetin üretilmesine katkıda bulunacak sivil hak girişimlerin yaygın bir biçimde ve sürekli olması için çaba gösterilmesi zorunlu. Bu konuda Doğu Anadolu Bölgesinde çok büyük bir sivil hak girişimi potansiyeli bulunuyor. Bu potansiyelin realize olabilmesi için devletin bundan sonraki süreçlerde toplumun görüşüne sürekli başvuracak bir mekanizma yoluyla halka gitmesi en önemli adımlardan birisi olarak gözüküyor. Toplum bu şekilde siyasete etki etme ve egemenlik hakkını kullanma olanağına kavuştuğunu görecek ve toplumsal egemenliğe dayalı bir siyasal dönüşüm ve buna uygun bir siyasal yeniden yapılanma çok daha mümkün hale gelecektir.

b- İnanç Değerleri Üzerinden Yapılması Gerekenler (Kısa ve Orta Vadeli Hedef)

Bölgedeki Alevilerin cemevleri ve atamalarda (mülakat uygulaması üzerinden) ayırımcılık yapılmaması konusunda talepleri öne çıkmaktadır. Özellikle cemevleri konusunda talepler ağırlık kazanmaktadır. Cemevlerinin yasal çerçevede bir ibadethane olarak kabul edilmesi beklenmektedir.
Medreselere ve buralardan icazet alanlara yönelik adımların özellikle resmi süreçlerle de desteklenerek iyileştirilmesi beklentisi vardır. Birleştirici dinsel değerlere vurgu yapılarak, kullanılan dilin kuşatıcı olması arzu edilmektedir.

Diyanet faaliyetlerinde özellikle hutbe ve vaazlarda kardeşlik mesajlarının daha çok vurgulanması istenmektedir. Yalnız burada kardeşliğin bir retorik olarak değil de dini metinlerde yer alan şekliyle ve bir kardeşlik hukuku çerçevesinde ele alınması gerektiğinin altı çizilmektedir. Bölge halkının Şafii olduğuna dikkat çekilmekte, diyanet hizmetlerinin bu hassasiyeti gözeterek yürütülmesi beklenmektedir. Anadilde hutbe okunması ve vaaz verilmesi talebi dile getirilmektedir. Bir gözlem olarak şu husus da dikkatlerden kaçmamaktadır: dindar kesimin sivil toplum kuruluşlarının din siyaset ilişkisi açısından içeriklendirilmiş faaliyet ihtiyacı söz konusudur.

Ayrıca dindarlar açısından büyük çoğunlukla dile getirilen Diyanet İşleri Başkanlığı’nın din işleri kuruluna dönüştürülmesi ve her türlü inanç grubuna fırsat eşitliği içinde hizmet vermesi önemli bir adım olabilir.

c- Bireysel Katılımın Yolunun Açılması (Sürekli Hedef)

E-devlet uygulaması üzerinden birey esaslı siyasal katılım yolunun açılması çok önemli bir hamle olabilir. Ayrıca klasik siyasal katılım mekanizmalarında bireyin rolünü artıran düzenlemelerin yapılması gerekir. Yani siyaset ve hukuk üretme ortamlarına sadece sivil toplum kuruluşları yoluyla katılım yeterli görülmemektedir. Bunun devam etmesinin yanı sıra bireyin doğrudan da bu ortamlara görüş aktaracağı katkı sunacağı kanalların açılmasına ihtiyaç vardır. Böylelikle birey esaslı bir siyasal demokrasiye geçiş için çok önemli bir adım atılmış olacaktır. Gezi olaylarının toplam sonuç analizinin negatif olması bir yana bireysel olarak kendini ifade etme ihtiyacını görünür kıldığı söylenebilir. Eğer bu ifade etme ihtiyacına yanıt verilmez ise buradan demokratikleşme sürecine zarar veren eylemlilikler çıkması söz konusu olabilir. Çünkü bir merkezi olmadan kitle eylemine dönüşen bireysel tepkiler çok geçmeden anti-demokratik merkezlerin kontrolüne geçerler.

SONUÇ
Bizler ülkemizde yaşanan problemlerin Türk-Kürt, Alevi-Sünni problemi olduğunu düşünmüyoruz. Problemin temelinde başından beri bu ülkenin insanıyla üstenci bir ilişkiyi sürdürmeye çalışan baskıcı, dışlayıcı ve tasarlayıcı vesayetçi devlet yapısının, sivil ve askeri bürokrasiye dayalı siyasal paradigmanın ve özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yakın geçmişe kadar uygulanan zalim ve insafsız devlet politikalarının yattığını düşünüyoruz. Problem, devleti ve güvenliği esas alan bir yaklaşımdan kaynaklanmaktadır ve ülkemiz insanı artık bu anlayış yerine toplumu ve özgürlükleri esas alan bir yaklaşıma ihtiyaç duymaktadır. Türkiye 21. yüzyılda büyüme ve insan hakları açısından da örnek gösterilen bir ülke olabilme yolunda ilerlerken bu alanda var olan problemlerini çözüme kavuşturmak zorundadır.
Bu sebeple başlatılan çözüm süreci son derece önemli. Çünkü çözüm süreci, bu ülkenin büyümesinin önündeki engelleri kaldırmanın, var olan problemleri çözebilme iradesinin zeminidir. Barış içinde ve birliğimizi muhafaza ederek hem bölgede hem de bütün dünyada Türkiye’nin daha etkin bir ülke konumuna gelmesini sağlayacak bir sürecin başlangıcıdır. Ülkemizde ve bölgemizde istikrarın sağlanabilmesi, ekonomik yatırımların yapılabilmesi ve geleceğe umutla bakabilmemiz açısından öncelikle silahların susması, güvenlik eksenli endişelerin ortadan kaldırılması gerekmektedir.
Bu süreçle birlikte Türkiye’nin büyüyebileceğine, bölgeye huzur ve refah gelebileceğine, bölge insanının şu anda 3000 dolarlarda seyreden yıllık gelir payının onlarca kat artabileceğine inanıyoruz.

1. Çözüm süreci, ayrılma değil, bir arada aydınlık yarınlara umutla bakabilme sürecidir.

2. Çözüm süreci, bir arada, eşit, kardeşçe, dostça yaşayabilme adına, geleceği hep birlikte kurabilme iradesinin cesurca ifade edilmesidir.

3. Türkiye’de yaşayan herkes artık bölünme endişelerini bir kenara bırakmalıdır. Çünkü bölge insanları bölünmeyi değil, demokratikleşme ekseninde eşit vatandaşlar olarak Türkiye’nin büyümesine katkıda bulunmayı istemektedir.

4. Silahların susması ve çatışma ortamının ortadan kaldırılması yolunda Kürt sorununun çözümüne yönelik adımlar, bölünme değil, barış ve huzur ortamımızın inşası anlamına gelir. Türkiye Toplumu bir bütün olarak kan ve gözyaşı istemiyor. Artık barışın hâkim olması arzu edilmektedir.

5. Çözüm ve barış süreci devam ettirilmelidir. Bu sadece bir bölgenin değil, hepimizin meselesidir. Süreci her kesimin sahiplenmesini ve desteklemesini umuyoruz.

6. Türkiye geldiğimiz bu noktada eş zamanlı olarak hem yirminci yüzyıldan bugüne aktardığımız demokrasi eksiğini gidermek hem de yirmi birinci yüzyılın yeni demokrasi ihtiyacına yanıt vermek şansını yakalamıştır. Siyasal demokrasi açısından çağ atlamanın eşiğindeyiz. Bu şansı ancak demokrasi koalisyonunu güçlendirerek ve demokratik merkezi destekleyerek gerçeğe dönüştürebiliriz.

EKLER:

1. HEYET ÜYELERİNİN TOPLANTILARDA YAPTIKLARI KONUŞMALARIN ÖZETİ
2. HEYET ÜYELERİNDEN İSTEYENLERİN KİŞİSEL DEĞERLENDİRMELERİ
3. İLLER ESASLI OLARAK TOPARLANAN GÖRÜŞLER
4. HEYETE SUNULAN RAPOR VE DEĞERLENDİRME METİNLERİ

TEŞEKKÜR

Akil İnsanlar Doğu Anadolu Grubu’nun bölgede yaptığı çalışmalarda özellikle STK Buluşmaları, Halk Buluşmaları ve Üniversite Buluşmaları başta olmak üzere heyetin bölge insanıyla buluşmasında bir çok insan, STK ve sivil inisiyatif özverili bir şekilde çalışmalara destek verdi.

Başta bütün saha çalışması boyunca bizimle olan, bu raporun hazırlanmasında büyük emeği geçen, âdeta fahri bir heyet üyesi gibi çalışan raportörümüz Veli Karataş olmak üzere, genel olarak Sivil Dayanışma Platformu ve yerel partnerleri ile Yeni Anayasa Platformu’na, özel olarak il bazında faaliyet ortağımız olan ve aşağıda isimleri yazılı kişilere gösterdikleri üstün gayretten, yaptıkları katkılardan ve işbirliklerinden dolayı çok teşekkür ederiz.

Malatya: İbrahim Gezer
Elazığ: Burhan Güneş, Metin Bulut, Nedim Durgungül
Hakkari-Yüksekova: İsmail Almalı, Muttalip Özbek
Van: İsmail Almalı, Mehmet Zahit Çakır
Tunceli: Ali Ekber Yurt
Erzincan: Temel Çiçek
Bingöl: İsmail Almalı, Muhittin Gili
Bitlis-Tatvan: İsmail Almalı, Ersin Sönmezler
Muş: İsmail Almalı, Mahir Gür
Iğdır: Ahmet Sait Öner, Selahattin Artandaş
Kars: Ebubekir Keleş
Ardahan: Sürmeli Kılıç
Ağrı-Doğubeyazıt: Ağrı: Kenan Genç, Kemal Atmaca, Doğubeyazıt: Muhlis Lortoğlu
Erzurum: Şakir Atalay, Mahmut Ağırman

kaynak: http://www.radikal.com.tr/politika/iste_akillerin_erdogana_sundugu_rapor-1139288

AKİL İNSANLAR
DOĞU ANADOLU GRUBU"(DHA)