19 Temmuz 2013 Cuma

Gözaltı Hikayeleri: Ali Can Sünnetçioğlu

Cumhuriyet'ten Özgür Ulusoy'un söyleşisi...

http://www.baskahaber.org/2013/07/10-gun-tutuklu-kalan-ali-can.html

6 Temmuz'da gözaltına alınarak tutuklanan Ali Can Sünnetçioğlu, sığındığı binanın kapısını kıran polislerden uzun süre dayak yediğini söyledi.

6 Temmuz günü, yoğun gaz saldırısından kaçtığı handa gözaltına alındıktan sonra, mahkeme kâtibini bile şaşırtan bir sebeple tutuklanan Ali Can Sünnetçioğlu'nun yaşadıklarının bir bölümünü halası Şebnem'den dinleyip okurlara aktarmıştım.

Öykünün tamanını önceki akşam serbest kalan Ali Can'dan dinlemek üzere, dün Kadıköy'e Nâzım Kültür'e gittim. “Girmemiz de sürpriz oldu, çıkmamız da sürpriz oldu” diyen Ali Can, hukuksuz bir şekilde gözaltına alınıp tutuklanmasıyla başlayan, önceki gün Metris'ten çıkmasıyla son bulan “Matrix'ten çıkış” öyküsünü Cumhuriyet'e anlattı.

6 Temmuz'da Dayanışma'nın çağrısı üzerine bir arkadaşıyla birlikte gittiği İstiklal'de, polisin kurduğu barikatlara karşın herkesin sakin olduğunu görünce bir şey olmaz diye düşünmüş önce Ali Can ama kısa sürede müdahale başlamış.

“Müdahele başlayınca 15-20 kişiyle birlikte Tarlabaşı'nda bir kahvehaneye sığındık. Ancak polis kapıyı açıp 3-4 tane gaz bombası attı, ardından da çıkmayalım diye kapıyı kapattı. İçeride siviller de vardı, herkes çığlık çığlığaydı, yüzlerini tişörtlerle kapatmaya çalıştılar. Dışarıda polis dizilmiş duruyordu” diyor.

Ardından Galatasaray'a çıkarak TKP binasının bulunduğu Rumeli Han'a gidiyorlar. Parti binasında yüzlerce kişinin olduğunu, 3-4 saat boyunca kimsenin ayrılamadığını söyleyen Ali Can, gözaltına alınışı sırasında polisin uyguladığı şiddeti şöyle anlatıyor:

“Sokağın ortasında insanları dövüyordu polisler, biz 3-4 saat çıkmadık. Parti binasının girişe gaz atmaya başladılar, indik aşağıya, kapıları kapattık, sürgüledik, açık yerleri bezlerle kapattık. Beklemeye koyulduk. Kimse eylem yapmıyordu, polisin istediği buydu zaten, insanlar evlerine gitmek için bekliyordu. Saat 22 sularında binayı kuşattılar, Ağa Camisi yanında bir kapı var, bir de arkada kapı var. Güven timleri ve çevik kuşattı, koç başlarıyla kapılara yüklendiler, içeriye spreyle gaz sıkıyorlardı. Kapılar demir ama dayanacak gibi değil, koç başlarıyla kırdılar kapıları. İnsanlar korku içinde kaçışmaya başladı. herkese saldırıyorlardı, korkuyla bulduğumuz ilk merdivenden çıktık, 20 kişi kadardık, polis peşimizden geldi, kameralar filan yoktu, orada polis ve biz vardık, dakikalarca dayak yedik, en çok dövülen bendim galiba 20 kişi arasında, en son beni aldılar, yerlerde sürüklediler, küfürler ettiler, hiç durmadan, cop, tekme, yumruk, başıma tekme yedim, bize, ailemize küfrediyorlardı. Kolumdan tutup merdivenlerden sürüklediler. İlaçlı TOMA suyu var ya pet şişlere doldurmuşlar, onlardan başımdan aşağıya döküp tekrar dövdüler. Ne olduğunu bilmiyorum ama cildim yandı, o gün gözaltına alınırkenki Twitter'a düşen fotoğrafta ıslağım ya o yüzden. Merdivenden indirdiklerinde ayağa kalkacak halim kalmamıştı.”

Ne geçti o zaman aklından diye soruyorum, “O kadar uzun süre dövdüler ki, çok sıkılmıştım, artık yeter diyordum, vurmayın demiyordum, yeter diyordum” yanıtını veriyor.

Hanın girişine atıldığında gazetecileri, kameraları görmüş Ali Can, bir oh çekmiş, artık dövemeyecekler diye. Duvarlara yaslanmışlar.

Ali Can devam ediyor: “Güven timleri inanılmaz küfrediyordu. Adama diyorum ki, kolum çok kötü, ön taraftan kelepçeler misiniz, bana küfredip daha da sıkarak arka taraftan kelepçeliyor elimi. Bizi caddede yürütürken herkes alkışlamaya başladı, polise ne istiyorsunuz bu insanlardan diye çıkıştılar, o zaman duygulandık ama insanlar alkışlarken polis sessizce kulağımıza küfretmeye devam etti. Tahrik etmeye çalıştılar herhalde. Görev amaçlı değil, bir kinle saldırıyorlar.”

‘Tayyip Japonya'daki ağaçları da mı kesti”

Ali Can, cezaevinde yaşadıklarını yazmaya başladığı not defterinden bir şeylere bakıyor ve kendileriyle birlikte gözaltına alınan bir Japon'un gördüğü muameleyi de anlatıyor:

“Yüzümüz dönük duvara, bir polis memuru amirine seslendi, ‘Amirim bir yabancı turist var bunların arasında’ diye seslendi, amir ‘Al al onu da al, daha iyi’ dedi. Niye daha iyi diye düşündüm, dış mihrak yalanına malzeme bulmak için mi acaba. Serseri bir polis vardı, tam bir ayı, biz otobüsteyken ‘Hayrola Takaşi, Tayyip Japonya'daki ağaçları da mı kesti, neden geldi buraya’ diye sordu.”

Eyüp Devlet Hastanesi’ne gittiklerinde vücudundaki darbın bilançosunu Ali Can da görebilmiş: “Sol kolumu hareket ettiremiyordum, sol meme ucundan kürek kemiğine kadar olan kısım hâlâ ağrıyor, sağ omzumda cop izi vardı, alnımda tekme izi vardı, uzuyordu. Başımın sol arka kısmında şişlik vardı, röntgen çekildi kırık yokmuş bereket, göğüs cerrahisine gitmemi istedi doktorlar ama polis götürmedi.”

Nezarethane için “işkencenin apayrı bir boyutu” diyor Ali Can. Nezarette bir gün kalmaktansa bir ay cezaevinde yatmaya, yediği dayağın iki mislini yemeye razı.

“Tamamen psikolojik bir işkence. Girdiğimiz gibi baştan aşağıya soyuyorlar, aşağılarcasına bir arama, ne aradıklarını bilimiyorum. Aşağılayacı bir aramaydı. Zaten nezarathane yerin altında, havasız, yüzlerce gözaltı var, nefes alınmıyor. Günde iki defa su veriyorlardı kahvaltıda ve akşam yemeğinde. Diyelim hastaneye rapor almaya gittik akşam yemeğini kaçırdık, o zaman hiç su vermiyorlardı. 10 metrekarelik hücrede 14 kişi kalıyorduk biz. Bir İtalyan gazeteci vardı bizim koğuşta. İşkencenin sadece fiziksel olmadığını görmüş olduk.”

Ali Can, kendisini döven polislerden birinin sicil numarasını aklına yazmış, eline kalem kâğıt geçene kadar da unutmamak için günlerce tekrarlamış.

Hukuk öğrencisi Ali Can'a soruyorum: Avukatsın neyle suçlandığını anladın mı? Öncelikle diyor, “Benim gözaltına alındığım saat 22:30. Yer de TKP binasının bulunduğu Rumeli Han. Ama bizim hakkımızda gözaltına alınan diğer 59 kişiyle beraber hazırlanan polis tutanağında saat 7.30'ta Taksim ve civarındaki olaylar esnasında gözaltına alınmıştır deniyor.”

Ne bir yer, ne saat. Gerekçe toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanuna muhalefet. Hakkında hiçbir görüntü kaydı yok, sadece üzerindeki maskeye dayanarak savcılığa sevk ediliyor, savcı da mahkemeye.

Kendilerinden öncekiler serbest bırakıldığından, mahkemede bırakılacaklarını düşünüyorlar ama olmuyor. TMMOB operasyonuna bağlıyor bunu Ali Can. “Biz dikkat çekici insanlar değildik, herhalde onları tutuklayabilmek için emsale ihtiyaçları vardı” diyor.

AKP'nin mafyası polis

Cezaevine giderken akıllarına Yılmaz Güney filmlerinden sahneler gelmiş ama gardiyanların demlediği çayı bulmuşlar yerine. “Boyunların sarılacaktık. İnfaz memurları ve gardiyanlar bize çok iyi davrandı” diyor.

Metris'te her yer Taksim, her yer direniş

Girdiği koğuşta Osmanlı tuğraları bozkurt filan görünce önce çekinmiş Ali Can ama sonra siyasi görüşünü belirtmemekle birlikte, Gezi'den olduğunu söyleyince koğuşun kabulünü görmüş. “Metris'te kuraldır, sabah 8, akşam 8 sayım yapılıyor. İnfaz memurları gelip kapıyı açıyor, selamünaleyküm, diyor koğuş aleykümselam diye cevap veriyor, sayım yapıyor Allah kurtarsın diyor, koğuş da amin diye yanıt veriyor. Birçok koğuşta, aleykümselam yerine her yer Taksim, her yer direniş sloganı atılıyordı. Önce biz ordayız diye sandım ama eylem boyunca Metris Cezaevi’ndeki adli suçlular koğuşlardan bu sloganı atmışlar”
diyor Ali Can.

Yaşadıklarından sonra cezaevinde polis için söylenen “AKP'nin mafyası” sözünü ne kadar tuttuğunu da şöyle anlatıyor: “İçerdekilerin tabiri bu. 90'lı yıllardan sonra AKP'nin yasal mafyasıdır polis. 90'lı yıllarda devlet bizi kullanıyordu faili meçhul vb. için, AKP artık hepsini çıkardı aradan kendisine mafya olarak polisi kullanıyor dediler, hakikaten de öyle. Çok içerlemiş buldum onları.”

Ali Can, yaşadıklarını internetten paylaşmaya hazırlanıyor. Son olarak “3-5 ağaç için mi çıktın Taksim'e?” diyorum. “3-5 ağaç için çıktığım da oldu, emek için de yürüdüm. Bu kez üç beş ağaçla başladı ama Başbakan soruyor ya mesele ne diye, mesele kendisi?.. İnsanların yaşam tarzlarına yapılan müdahele.”

Aklıma Gezi sloganlarından birisi geliyor: Mesele 3-5 ağaç değil, bir odun...

(Özgür Ulusoy/Cumhuriyet)

12 Temmuz 2013 Cuma

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİNDEN TMMOB`YE DESTEK AÇIKLAMASI

Gezi tanıklıkları

http://www.hurriyet.com.tr/cumartesi/23712040.asp

Gezi tanıklıkları Volkan’la devam ediyor. O aslında bir kırtasiyeci. Gezi’nin ilk gününde uygulanan orantısız şiddeti protesto etmek ve gençlere destek vermek için Taksim’e geliyor. Ve orada çıkan arbedede, polisin attığı mermiyle sol gözünden vuruluyor. İki kez ameliyat oluyor. İkinci ameliyatta, gözünden içinden demir bilyeler çıkarılıyor. Bir kısmı alındı, bir kısmına beyne yakın olduğu için dokunulamıyor. Sadece plastik mermi kullandığını söyleyen polisin, bu demir bilyelerin nereden geldiğini açıklaması gerekiyor!!!


Adın?
- Volkan Kesanbilici.

Yaş?
- 38.

Gezi’de senin başına ne geldi?
- Polis müdahalesinde gözümü kaybettim.

Nasıl oldu?
- Ben esnafım. Merter’de kırtasiye dükkanım var. Olan biteni, sosyal medyadan takip ediyordum. Gezi’ye de hiç gidememiştim. Gün boyu dükkanda durmam icap ediyor. 31 Mayıs, Lobne Allami’nin vurulduğu gün. Çok etkiledi o olay beni, inanılmaz üzüldüm. Dükkânı, normalde akşam 9’da kapatıyorum ama o gün dayanamadım, saat 6’da çıktım ve Taksim’e gittim. Direnişçilere destek olmak istedim, tamamen insani bir tepki. 7 buçukta Taksim’deydim…

Tek başına mıydın?
- Kardeşim ve arkadaşlarım önceden gitmişti, İstiklal’de onları buldum...

YÜZÜMDEKİ ACI

Taksim’e geldiğinde nasıl bir görüntüyle karşılaştın?
- Polis, Gezi’dekileri ablukaya almış, sürekli gaz bombası atıyordu. Bizim gibi destek vermeye gelen binlerce insanı da alana sokmuyordu. Gece 12’ye kadar İstiklal’de protesto ettik. Sonra Tarlabaşı’na geçtik. Protestolar orada da devam ediyordu. Saat 12’yi beş geçe, o arbede içinde, meydana yakın bir yerde yüzümde bir acı hissettim. O ana kadar sadece gaz fişekleri olduğu için, polis attığı gaz kapsülüyle vurulduğumu zannettim.

Gözlük ya da maske var mıydı yüzünde…
- Hayır. Direnişin ilk günleriydi. Hazırlıksızdım. Zaten amacımız da çatışmak değil, Gezi’ye destek vermekti. Ama bir anda vuruldum.

Tam olarak nasıl oldu?
- Barikatın üstünden bir akrep üstümüze doğru gelmeye başladı. Hatta bir an barikatın üzerinde asılı kaldı. Siyah bir akrepti. Sonradan insanlar, “Siyahsa, Terörle Mücadele’nindir dediler. Bu tür ayrıntıları bilmiyorum ben. Korku filmlerinden fırlamış bir sahne gibiydi. Her yer karartılmıştı, akrebin ışığı projektör gibi yüzümüze vuruyordu. Acıyı hissettiğim an, işte o andı. Elimi yüzüme götürdüğümde, kanı fark ettim…

İnsan o anda, olan biteni ne kadar idrak edebiliyor? “Bana ne oldu mu?” diyor, “Neremden vuruldum mu?” diyor…
- Ben sadece vurulduğumu idrak ettim. Gözüme isabet ettiğini önce anlamadım. O kadar çok kan vardı ki yüzümün büyük bir bölümünün parçaladığını zannettim. Tek düşüncem de, yere düşmemekti. Çünkü yere düşürsem bitti, beni kimse kurtaramaz diye geçti aklımdan. Polis öyle bir orantısız güç kullanıyordu ki, tarifi yok. Yüzümden kan gelmeye devam ediyordu, “Az zamanım kaldı, burada bayılmayayım” dedim ve yardım istedim.

Kimden istedin? Kardeşin yanında mıydı?
- Hayır. Herkes can havliyle bir yerlere dağılmıştı. Tanımadığım insanlar koluma girdiler ve beni apar topar sakin bir yere götürdüler. Yüzüme bakıp verdikleri tepkiden anladım ki, durumum vahim. Sonra bir gözümün görmediğimi fark ettim. Kardeşimi aradılar, olduğumuz yere geldi.

Hastaneye mi gittiniz?
- İlk müdahale, Tarlabaşı’ndaki bir otelde gönüllü doktorlar tarafından yapıldı. Çok fazla alet edevat yoktu. “Durum ciddi. Bir an önce Taksim İlkyardım’a gidin” dediler. Ama ne mümkün! Burnumuzun dibindeki Taksim İlkyardım’a 45 dakikamızı aldı, çünkü polis bütün yolları kapatmıştı. İnanılmaz kan kaybediyordum. Pansuman filan da hak getire. O kadar kötü bir haldeydim ki, taksici herhalde yolda ölürüm diye almak istemedi, zorla arabasına bindik.

3 YAŞINDAKİ OĞLUM

O sırada aklınızdan neler geçiyor? “Nerden geldim buraya” diyor musunuz? Pişmanlık duyuyor musunuz?
- Hayır, asla! Ne o esnada ne de bugüne kadar, “Ne işim var orada!” demedim. Kesinlikle pişman değilim. Asıl, o gençlere destek olmak için Taksim’e inmeseydim, pişmanlık duyardım. Sadece şu geçti aklımdan: Üç yaşında bir oğlum var. “Ya onu bir daha göremezsem?” diye düşündüm. İkinci düşünce de şuydu: “Hadi diyelim hayatta kaldım, yüzümdeki tahribat, benden korkmasına sebep olur mu?”



Sonra?
- Bir şekilde Taksim İlkyardım’a ulaştık. Yüzümde, gözümde bir sürü kesi vardı, dikiş atıldı. Film çekildi. “İçeride bir yabancı cisim görünüyor. Ne olduğunu anlayamıyoruz. Müdahaleye ihtiyaç var ama burada mümkün değil” dediler.

Neden?
- Yabancı cisimden dolayı, bu ameliyata, göz doktorunun, kulak burun boğaz doktorunun ve beyin cerrahının birlikte girmesi gerekiyormuş. Bu da ancak tam teşekküllü bir hastanede olabilirmiş. “Bir an önce öyle bir yere ulaşın ve bu ameliyatı yaptırın” dediler. O saatten sonra bir de hastane arama maratonumuz başladı…

Nasıl yani?
- Öyle işte. İnsan başına gelmeden bilmiyor. İstanbul gibi bir metropolde ne devlet ne de özel hastaneler arasında böyle bir yer kolay bulunuyor. Göz hastaneleri de, gece bu ameliyatları yapmıyormuş. Gecenin bir yarısı hastane arıyoruz. Tam rezillik. Türk Tabipler Birliği’ne soruyoruz, arkadaşlarımızı arıyoruz. Taksim İlk Yardım bile, “Şurada yaptırabilirsiniz” diyemiyor. Zaten ambulans istedik, o da gelemedi. N’apalım, n’apalım derken, kendi imkânlarımızla Çapa’ya gitmeye karar verdik. Ameliyat olmam gerekiyor, taksilere biniyorum, düşünün.

BENİM GÖZÜMDEN ÇIKANLAR NE O ZAMAN!
Çapa ne dedi peki?
- Sabaha kadar böyle bir müdahalenin mümkün olmayacağını. Yine telefon trafiği başladı. Bu sefer, Okmeydanı Eğitim ve Araştırma’ya gittik. Ameliyata alınacakmışım gibi tahliller yapıldı, filmler çekildi. Derken sabah oldu. Bir ara kardeşim ve arkadaşlarım tahlil sonuçlarımla uğraşıyordu, ben de bir yerde sırt üstü yatıyorum. Bir gözüm kapalı olduğu için diğerini de açamıyorum. Açarsam, yaralı olan da açılıyor ve canım çok acıyor. Biri yanıma geldi, sesini duyuyorum, “Geçmiş olsun. Gezi’de mi oldu?” dedi. Zorla açtım gözümü, baktım hastanenin bekçisi. Sevecen bir tavrı vardı. Kardeşim de karnımın üzerine filmlerimi, raporlarımı bırakmış. Bekçi, oradan bir evrağı alarak, “Ben bunu bir hocama göstereyim” dedi ve koşarak gitti. O esnada durumu çaktım ben. Hemen kardeşime ve arkadaşlarıma seslendim. “Bakın, aldığı adli rapor mu?” diye. “Evet” dediler. “Bekçiyi yakalayın!” diye bağırdım. Çünkü Okmeydanı’ndaki acil doktoru, ‘ölüm riski vardır’ raporu vermişti. Sanırım bu, problem olmuş. Bekçiyi bulduklarında, yanında sivil bir komiser vardı. Acilin şefini ve diğer doktorları sorgular nitelikte, “Niye ölüm tehlikesi vardır raporu verdiniz” gibi bir konuşma yapıyormuş. Muhtemelen raporu, sümen altı yapmaya çalıştılar. Allah’tan geri aldık. Bekçiye, “Neden aldın?” dediğimizde, “Eksik vardı” diye geveledi. Oysa eksik olmadığını biliyoruz. Dava açmayı düşündüğümüzden Tarlabaşı’ndaki kolluk kuvvetinin numarasına kadar her şeyin kayıtlı olmasına dikkat etmiştik. Eğer o raporu, sumen altı etselerdi, doktorlara yapılan baskının ardından ikinci adli rapor, “Hayati tehlikesi vardır” diye verilmeyecekti belki…

Sonra ne oldu?
- Okmeydanı’nın fiziki koşulları iyi olmadığı için biz yine Çapa’ya döndük. Göz bölümü baktı ama istedikleri gibi müdahale edemeyeceklerini söylediler çünkü çok ciddi bir ödem ve kanlanma varmış, gözün arkasını göremiyorlarmış. “Bekleyeceğiz” dediler…

O sırada sen ne durumdasın?
- Felaket. Kafamın sol tarafı, mengeneyle sıkıştırılıyormuş gibi, bütün dişlerim sökülüyormuş gibi. O kadar çok acıyordu ki yorgun düştüm, tek istediğim uyumaktı. Arkadaşlarım da sürekli beni uyutmamaya çalışıyor. Çünkü beynime de bir darbe almışım, travma olabilir diye düşünüyorlar. Epeyce bir süre beklendikten sonra, müdahale ettiler. İlk göz ameliyatım işte o zaman oldu…

Sonuç?
- Gözün, görme merkezinin çok ciddi bir darbe aldığı ve kanamadan dolayı retina ayrışması olduğu. Gözümün eriyerek, küçülüp, yok olma ihtimali varmış. Bu yüzden azot gazı basıldı. Kulak burun boğaz’a da, “Herhangi bir müdahale yapmayın, yabancı cismi çıkarmayın” dediler. İki hafta kadar yüz üstü yatmak zorunda kaldım, gözümdeki cisimle birlikte…

Gözünüzün, kulak burun boğaz’la ne ilgisi varmış…
- Çünkü mermi, gözümden girip, beynime doğru giderken burun kemiğime çarpıyor, parçalanıp sinüs boşluğuma dağılıyor. Göz doktorları da orayı göremiyorlar. Orası, kulak burun boğazın alanı. İşte o zaman film çektiler ve yabancı maddenin bilye olduğu anlaşıldı. Bir kısmının, beyne çok yakın durduğu görüldü. Riskli bölgedelermiş. Ufak bir harekette, beyin suyunun akması söz konusu olurmuş, onlara dokunulmadı. Diğerleri alındı…

Kaç tane bilye çıkarıldı?
- Çekirdek çıkarıldı ama yüzlerce demir bilye var. Sayısını bilmiyorum. Sinüs boşluğumdakilerin tamamı alındı, diğerleri kaldı…

Geçmiş olsun, çok fenaymış. E hani plastik mermiydi…
- Evet öyle diyorlardı. Emniyet, “Plastik mermi dışında bir şey kullanmadık, envanterimizde bile yok!” diye açıklama yaptı. Benim gözümden çıkanlar ne o zaman! Bu bilyeler, polisin insanlara karşı kullanmaması gereken bir maddeyle müdahale ettiğinin kanıtı. Bu ne boyalı tabancalar gibi eylemciyi işaretlemeye yönelik bir şey ne de caydırmaya. Bizzat insanı yaralamaya, öldürmeye yönelik! Paintball mermilerine benziyor ama içinde yüzlerce küçük demir bilye var. Ben buna, domdom kurşununun moderni diyorum. Böyle bir şeyi kullanmaya hakları ve yetkileri yok. Gözünü kaybetmiş biri olarak bunun hesabını ben sormayacağım da kim soracak!

Kime ne söylemek istersiniz?
- Eğer bu tür yasal olmayan, orantısız müdahalelerle insanları caydıracağını düşünüyorlarsa, kesinlikle yanılıyorlar! Kimse vazgeçmez, pes de etmez.

Hukuki süreç nasıl ilerliyor?
- Savcılığa suç duyurusunda bulunduk. Dosyamıza, bir aydır gözümde taşıdığım demir bilyeleri da koyduk. Götürüp kayıt altına aldırdık. Onlar da mahkemede delil olarak kullanılacak. Hakkımı sonuna kadar arayacağım…

Bir gün görebilme şansınız var mı?
- Hayır. Doktorlar, sadece gözümün eriyip gitmesini engellemeye çalışıyor. Görmemle ilgili bir umut yok…

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Eniştem Beni Niye Öptü?

Haber Hürriyet'ten...

http://www.hurriyet.com.tr/planet/23700894.asp

Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt, Mısır’da darbe sonrası kurulan yeni hükümete 12 milyar dolar yardım açıkladı. Bu adımın, Ortadoğu’da Türkiye ve Katar’ın artan nüfuzunu engellemeye yönelik olduğu öne sürülüyor.

MISIR’da askeri darbenin ardından ülkeyi genel seçimlere götürecek hükümete hiçbir siyasi parti sahip çıkmazken Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Kuveyt’in yeni hükümete toplam 12 milyar dolar mali yardım kararı gündeme bomba gibi düştü. Riyad ve Abu Dabi’nin en az 51 kişinin öldüğü olayların hemen ertesinde bu kararı alması, Mısır’da dengeleri kendi lehine değiştirme arayışı olarak yorumlandı. Ortadoğu ve Batı basınında çıkan analizlerde Mısır’da Türkiye ve Katar’ın nüfuzunun azaldığı ve Suudi Arabistan ve BAE’nin ön plana çıktığı yorumları yapıldı. New York Times gazetesine konuşan Arap bir yetkili, “Bu Katar ve Türkiye’nin desteklediği ve teşvik ettiği ideoloji için bir geri adımdır. Siyasi İslam bir hisse senedi olsaydı, geçen hafta dramatik bir şekilde düşmüştü” dedi.

Arap Baharı’na karşı
Suudi Arabistan ve BAE’nin Mısır’da yeni yönetime kısa sürede destek çıkmasının nedeninin “Arap Baharı”nın bir an önce dinmesini sağlamak olduğu dile getiriliyor. Körfez Araştırma Merkezi Başkanı Abdüllaziz el Sager’a göre “Suudi Arabistan, Arap Baharı ülkelerinde istikrarın bir an önce sağlanmasını istiyor.” S. Arabistan’ın Arap Baharı sırasındaki etkisini önemsediği El Cezire televizyonu nedeniyle Katar yönetimine mesafeli olduğu, Doha’nın Ankara ile birlikte Suriye’de ılımlı İslam yanlısı muhalifleri desteklemesinden de rahatsız olduğu dile getiriliyor. Kuveytli siyasi uzman Ayed el Manna’ya göre “Katar bölgede öncü rol oynamak istedi, ama Müslüman Kardeşler’i açıkça destekleyerek fazla ileri gitti.”

Eşgüdüm var
Öte yandan Abdüllaziz Sager, son değişimi Suudi Arabistan ile Katar arasındaki “dış politika uyumunun yeniden sağlanması” olarak yorumluyor. Sager, iki ülke yönetiminin hiçbir zaman kopmadığını, hatta Suudi yönetiminin Katar’daki yönetim değişikliğini 6 ay öncesinden haber aldığını ve onayladığını da iddia etti.

Kral Abdullah bizzat aradı
Suudi Arabistan ve BAE yönetimlerinin Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarından hoşlanmadığı, Kardeşlerin kendi ülkelerine ideoloji ihracından çekindikleri öteden beri biliniyordu. Nitekim Riyad, Mübarek devrilip Muhammed Mursi Cumhurbaşkanlığı’na geldikten sonra Mısır’a yardımlarını kesmişti. Buna karşılık Mursi yönetimi Katar’dan 8, Türkiye’den ise 2 milyar dolar destek sözü almıştı. Suudi Kralı Abdullah darbeden iki gün sonra, cuma günü darbeci komutan General Abdülfettah Sisi’yi bizzat arayıp kutladı ve destek vaadetti.

Şiddet Hikayeleri

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Ükemizden İnsan (?), Milletvekili Manzarası

http://www.radikal.com.tr/politika/akpli_vekil_pala_hukuki_mudahale-1140974

Radikal'den Tarık Işık'ın haberi...

Çankırı Milletvekili İdris Şahin’in Taksim’de göstericilere palayla saldıran kişiyle ilgili mahkeme kararını değerlendirirken, “Oradaki esnafın hukuk çerçevesinde yapmış olduğu bir eylem” dedi. Şahin’in sözleri Genel Kurul’da tartışmalara neden oldu.
Genel Kurul’da CHP’nin, gözyaşartıcı gazların etkilerinin araştırılması ile ilgili önergesinin gündeme alınmasına ilişkin talebi görüşülürken konuşan İdris Şahin şunları söyledi:

“HUKUK ÇERÇEVESİNDE EYLEM”

“Polis, görevini yaparken Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’na uygun olarak görevini yapmaktadır. Bunun dışında, oradaki bir toplumsal olayı bastırmak için görevini yapan polis memuruna, iktidarın emir verdiği yönündeki bir beyanı burada, Genel Kurul’da ifade etmek bir haksızlıktır ve gerçeğin tamamen tersine ve hilafına bir beyan olarak burada değerlendiriyoruz. Asla ve asla bizler, kimsenin görevini yaparken onlara müdahil olmuyoruz. Özellikle de şu son günlerdeki yargıya intikal etmiş bir konuyla alakalı, oradaki esnafın içinde bulunduğu haleti ve ruhiyeyi en iyi anlaması gerekenler sizlersiniz, ‘Alandayız’ diyorsunuz. Gezi Parkı eylemleriyle birlikte ben bu kürsüden daha önce de ifade ettim. Sadece oradaki göstericileri değil oradaki bir esnafı da bir dinleyin, esnafın mağduriyetlerini de görün, ondan sonra çıkıp bu kürsüden onların adına da bir şeyler ifade edin istiyoruz ama biz sizlerden bunu maalesef göremiyoruz. Şimdi, oradaki esnafın hukuk çerçevesinde yapmış olduğu bir eylemi yargıya da müdahale etmek suretiyle burada Hükümet’e yansıtmak ve Hükümet’in sanki bu kişileri tutuklamadığı gibi bir söylem içerisine girmenin de haksızlık olduğuna inanıyorum.”

Tophane'nin Bazı Sakinleri

http://www.radikal.com.tr/turkiye/tophanede_kendini_zor_tutanlar_tayyip_istese_taksimi_dagitiriz-1140933

Tophane, Gezi Parkı eylemleri sırasında polis müdahalelerinden kaçan protestoculara verdiği tepki nedeniyle bir kez daha gündeme geldi.

İstanbul’un Beyoğlu ilçesine bağlı Karaköy ve Fındıklı semtleri arasında yer alan Tophane, adını Fatih'in top dökümü için inşa ettiği Tophane-i Amire binasından alıyor. Cumhuriyet'in ilk yıllarına kadar Ermeni, Rum ve Levanten azınlığın yaşadığı bir semt olan Tophane, özellikle 6-7 Eylül olayları sonrasında azınlıkların bölgeyi terk etmesi ve Siirt ve Bitlis'ten aldığı göç sonrasında daha muhafazakâr bir çerçeveye büründü.

AKP’ye desteğiyle bilinen Tophane, son yıllarda Türkiye’nin gündemine polisin müdahalesi nedeniyle Taksim’den kaçan göstericilere gösterdiği tavırla geliyor.

2009 yılında Kongre Vadisi’nde yapılan IMF toplantılarını protesto edenlere polisin müdahalesinin ardından Tophane’ye kaçanlar ve yaklaşık yedi ay sonra 1 Mayıs’ta çıkan olaylarda yine polisten kaçan göstericiler bölgede iyi karşılanmadı ve “mahalleli” olduğu söylenen bazı kişiler tarafından şiddete maruz bırakıldı.

Tophane bu saldırılarla konuşulurken Eylül 2010’da yaşananlar basında daha büyük bir yankı buldu. Semtte yeni kurulmaya başlayan sanat galerilerine gidenler, yine 'mahalleli' olduğu ileri sürülen kişiler tarafından dövüldü. Saldırıların sebebi olarak bazıları “içki”yi gösterirken, bazıları da bölgede yeşeren galeriler ve hostellere gelenlerin semt sakinlerini uzun zamandır davranışlarıyla rahatsız ettiğini öne sürdü.

Saldırının tam olarak kimler tarafından, neden düzenlendiği ortaya çıkmadı. Ancak Tophane’nin namı Gezi Parkı eylemlerinde polisten kaçanlara yapılan saldırılarla yeniden dolaşıma girdi.

Son olarak 6 Temmuz’da polisin müdahalesi sonrasında semte doğru yönelen göstericilere verilen tepkinin ardından “göstericilere kim, neden saldırıyor” sorusunun yanıtını öğrenmek isteyen T 24'ten Volkan Koç Tophane’ye gitti ve konuştuklarını şöyle aktardı:

Semtin önde gelen “abi”lerinden ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı yakından tanıdığını söyleyen Hammed Aksoy, oğlu Ömer Aksoy ve Turgut ile konuştuk.

Soyismini paylaşmak istemeyen Turgut, "Geceleri olay çıkmasın diye uyumuyor, nöbet tutuyoruz" derken Ömer Aksoy, "Biz niye saldıralım" diye soruyor ve "İki taraftan da neyin ne olduğunu bilmeyen insanlar var. Bizim mahallenin çocukları yaşananları görüyor, göstericileri görüyor, gidip saldırıyor. O da bilmiyor onlara neden saldırdığını. Tamamen aksiyon olsun diye kavga ediyorlar" diyor.

Konuşmasına Erdoğan’a gönülden bağlı olduğunu belirterek başlayan 75 yaşındaki marangoz ustası Hammed Aksoy da saldırılara dair şunları anlatıyor:

'TAYYİP ÇIKIN DERSE DAĞITIRIZ'

“Biz Allah’tan korkarız. Bizler karıncayı incitemeyiz. Aynı zamanda biz Allah’a inandığımız gibi bu davaya (AKP’ye) inanıyoruz. Burada kendimizi zor tutuyoruz. Gençleri zor tutuyoruz. Tayyip bir desin ki “çıkın” var ya Taksim’i dağıtırız. Biz ona biat ettik. Tayyip bizim “emir ül müminin”imiz. O ne derse onu yaparız. Acıyorum o insanlara. Hiçbir şeyin farkında değiller. Tayyip, IMF’ye borcu sıfırladı, para rezervini artırdı. İşin içinde (Gezi Parkı eylemlerini kast ediyor) oyun var oyun. Memleketin kalkınmasını istemiyorlar. Bunlar tekrardan Osmanlı olmasın, faiz lobileri devam etsin diyor. Bütün dava ekonomik… Ne yaparlarsa yapsınlar, nesilleri 30 yıl sonra tükenecek, bize karşı olanların. Bizim 5-6 çocuğumuz var. Onların 1-2, hatta çocukları yok. Doğum kontrol haplarıyla ve sağlıksız yiyeceklerle nesillerini tüketiyorlar.”

‘ÇADIRLARIN YAKILMASINA ÜZÜLDÜK AMA SONRA AMACINI AŞTI’
Aksoy’la yaptığımız görüşme esnasında, yanımızda bulunan oğlu Ömer Aksoy söze giriyor. Kendisi Bilgi Üniversitesi’nde okumuş. Hammed Aksoy’un dediğine göre dört dil biliyor. O da babası ile aynı fikirde. Babasının söylediği her sözü onaylayan Ömer, her ne kadar ilk başta, “Biz de çadırların yakılıp yıkılmasına kızıp, tepki gösterdik” dese de, “ilerleyen süreçte, işin içine iş girdiğini, dış mihrakların bu olayları yönlendirdiğini” söylüyor. Babası gibi Erdoğan’a bağlı olduğunu anlatan Ömer, “Başbakan’ın Gezi olaylarındaki tavrının doğru olduğunu ve bu çizgide devam etmesi gerektiğini” söylüyor. En son olayda (6 Temmuz 2013), Tophane’ye kaçan göstericilerin arasında, çok sayıda yabancı olduğunu söyleyen Ömer, konuşmasının devamında şunları söyledi: “Olaylar başlamadan 3-4 gün önce aşırı alkollü insanlar vardı burada. Bir şeyler arıyorlardı. Birkaç dükkâna girdikten sonra, içlerinden birisi, ‘elimde içki şişesi var diye satmıyorlar’ dedi. Öyle bir şey olamaz. Burada gayrimüslimlerle yaşadık, kimse kimseyi rahatsız etmiyordu. Bizim hassasiyetlerimiz var. Sen gelip ezan okunurken, elindeki bira şişesini tokuşturursan, hassas insanları kışkırtırsın. Camın çerçevenin kırılmasından, cami önünde içki içilip sevişilmesinden rahatsız oluyoruz.
Dün akşam (6 Temmuz) gördüğüm yabancı sayısı, Türk’lerden fazlaydı. Hiç normal bir durum değil, belli ki organizasyon var. Çadırların yakılıp yıkılmasına, hepimiz üzüldük, tepki gösterdik. Bunu yapmayabilirlerdi. Daha sonra amacını aştılar. Darbeye zemin hazırlanıyordu.
Diyorlar ki Tophane halkı insanlara saldırıyor. Biz niye saldıralım? İki taraftan da neyin ne olduğunu bilmeyen insanlar var. Adam eylem yapıyor, sağı solu kırıyor ama neden yaptığını bilmiyor. Bu taraftan da bizim mahallenin bazı gençlerinde de aynı durum var. Çocuklar yaşananları görüyor, göstericileri görüyor, gidip saldırıyor. O da bilmiyor onlara neden saldırdığını. Tamamen aksiyon olsun diye kavga ediyorlar.
Erdoğan’ın geri adım atmaması doğruydu. Sonuna kadar destekliyorum. Bundan sonra da geri adım atmasın, biz ondan memnunuz.”

‘YABANCI ŞİRKETLER GÜZEL KIZLARA TALİMAT VERDİ’
En son olarak da masada bulunan Tophane’li Turgut ile konuştuk. Soyadının paylaşılmasını istemeyen Turgut da diğerleriyle aynı fikirde olduğunu belirtiyor. “İşin içinde oyun olduğunu, dış mihrakların bu olayları yönlendirdiğini” düşünüyor ve şunları söylüyor:

“Tophane’nin köşeleri keskindir. Haliyle tepkiler de sert oluyor. Tophane insanı, eylemlerin ne maksatla yapıldığını çok iyi biliyor. Dünkü eylemde (6 Temmuz 2013), yabancı ağırlıklı insanlar vardı. Türkiye’deki yabancı şirketlerin genç ve güzel kızlarına talimat verilmiş, ‘Yanınıza Türk erkeği alın, eylemlere onlarla katılın’ diye. Çok sayıda yabancı kadının, Türk erkekleriyle el ele eylemde gördük.


‘GECELERİ OLAY ÇIKMASIN DİYE NÖBET TUTUYORUZ'

Tophane halkı, Türkiye’nin en sabırlı halkıdır. Bu olaylar büyümediyse, bu halkın sabrındandır. Biz de Gezi Parkı’nın açılmasını istiyoruz ama biliyoruz ki bu işin içinde başka işler var. Yabancıların parmağı var. Darbe yapılmaya zemin hazırlanıyordu. Mısır’daki darbenin, bunların iştahını kabarttığını düşünüyoruz.
Toplumun sağduyuya ihtiyacı var. Geceleri uyumuyor, nöbet tutuyoruz, olay çıkmasın diye. Öyle ki olayla alakası olmayan insanlar bile bazen saldırıya uğruyor. Kimin ne olduğu bilinmiyor ki!”

Lobna Allami

5 Temmuz 2013 Cuma

Mısır Ordusu ve Ticaret

Birikim Dergisi'nde çıkan yazılardan derlenmiş güzel bir kitap vardı bende... Türkiye Ordusu ve ticaret üzerine güzel makaleler vardı, bir de ona bakmak lazım...

http://www.radikal.com.tr/turkiye/darbe_silahli_ekonomiye_yine_pelerin_oldu-1140654

3 Temmuz 2013 Çarşamba

Mısır'da Askeri Darbe

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/fehim_tastekin/misir_nasira_selam_durdu-1140334

Yazı, Fehim Taştekin'den...


Mısır dün ordunun Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye tanıdığı sürenin dolduğu saat 17.00’ye kilitlenirken ülkenin Mübarek’i devirdikten 2.5 yıl sonra geldiği nokta trajik: “Kitleler bastırdı, ‘kurtarıcı ordu’ işe el attı.” El Ezher şeyhi ve Kıpki papazının desteğini de alan ordunun yaptığı düpe düz darbeydi ama Tahrir Meydanı’nı hınca hınç dolduranlar Mursi’nin devrilişini görülmemiş bir coşkuyla kutladı. Mursi’nin 1 yılda her şeyi batırdığını söyleyenlerin kafasında askerin gözetiminde bir geçiş sağlanması dışında çözüm yoktu. Bunun demokratik olup olmadığı da kimsenin umrunda değildi. Kitleler ‘İrhal’ (Terk et) sloganına öyle kilitlenmişti ki, Mursi’nin ‘sandıktan aldığı meşruiyeti kanıyla savunacağı’ çıkışları da iç savaş çağrısı olarak algılanmanın ötesinde bir şeye yaramadı.

Kapalı kapılar ardından Mursi’nin görevi devralmasına dek yönetime vesayet eden Yüksek Askeri Konsey (YAK) ile yol haritası pazarlıkları yaşanırken Tahrir’de atılan sloganlar ve kahramanlık şarkılarıyla Cemal Abdulnasır’ın ruhu hortluyordu. Sadece Nasır değil askeri yönetimin bir sonraki simgesi Enver Sedat da afişlerle Tahrir’e dönmüştü. Asker kökenli üçüncü lider Mübarek’e ise yer yoktu ama şimdilik. Çünkü birebir sohbetlerde Mübarek’in şahsına sempatisi olanları da gördüm.

Mısırlıların asker sevgisi dün niyayetinde seçilmiş bir liderine devrilişine alkış tutarken Nasır ve Sedat’ın ruhu, General Aldulfettah Sisi’nin şahsında geri döndü. Tahrir’deki alkış Mübarekleşmekle suçlanan Mursi’nin gidişi kadar sandıkla meşruiyet kazanmış bir kesimin haklarının kabaca çiğnendiği ve ülke normalleşene kadar akıl almaz ihlallerin süreceği bir süreci başlatmış oldu.

Devlette dayanağı kalmadı

Tahrir’de konuştuğum eylemcilerin askerden birinci isteği ülkenin iç savaşa sürüklenmemesi için önlem alması ve halkı korumasıydı. Ancak burada ilginç bir durum vardı: Müslüman Kardeşler kendileri meşruiyeti kanları pahasına koruyacaklarını belirtip ellerinde sopalarla içtima yapsalar da Baltacılar’ın saldırıları karşısında asker ve polisten koruma görmediklerinden yakınıyordu. Nitekim önceki gece Mursi yanlılarının gösterisine kimliği belirsiz kişilerin saldırısıyla başlayan çatışmada 16 kişi öldü. Ordudan sonra polis teşkilatı da Mursi karşıtı safta yer tutmuştu. Yargı zaten açık cephe pozisyonundaydı. Yani kurumsal olarak Mursi’nin devlette dayanağı kalmamıştı. Muhaliflerin ikinci olarak istediği askerin iktidarı tekeline alması değil, Mursi’yi görevi bırakmaya zorlaması ve geçiş sürecine hakemlik etmesi, geçici hükümet kurulması ve hem cumhurbaşkanlığı hem de meclis seçimlerine gidilmesiydi. Sisi’nin dün canlı yayında yaptığı darbe sonucu ortaya koyduğu yol haritası da aşağı yukarı muhalefetin beklentisi doğrultusunda oldu. Yetki önemli ölçüde Anayasa Mahkemesi’ne geçmiş oldu. Ordu işlerini belli ki Anayasa Mahkemesi Başkanı Adli Mansur üzerinden yürütecek. Böylece yetkili eline aldığı görüntüsü vermeyip yıpranmaktan kaçınacak. Ordu Mübarek sonrası 17 ay boyunca yeterince yıpranmıştı.

Mursi, 30 Haziran’da milyonlar sokaklara döküldüğünde bu işin darbe ile sonuçlanacağını öngörüp belki erken seçimle daha yumuşak bir geçişe gidip ülkeyi askeri vesayete sokmaktan kurtarabilirdi. Ama direndi, direnirken de ülkeyi bölen lider algısı yarattı. Tahrir’de Mursi’nin şeytanişleştirildiği kadar Mübarek şeytanlaştırılmamıştı. Mursi müttefiklerinin sinyallerini de iyi okuyamadı. Selefi Nur Partisi’nden sonra Cemaa el İslamiye krizden çıkış için erken seçim önerdi. El Ezher de halkın taleplerine karşılık verilmesini istedi. Mursi bu öneri ve uyarıları da sağlıklı çıkış için fırsat olarak kullanamadı. Doğru pozisyon almak yerine bu yalnızlaşmanın etkisiyle söyleme kan karıştırdı.

Mursi’nin “Meşruiyeti korumak için gerekirse canımı veririm” çıkışına Sisi de aynı tonda yanıt verdi: “Mısır’ı teröristler, radikaller ve budalalara karşı savunmak için kanımızı feda ederiz.” Zarfer kazansalar da muhaliflerin durumu da aslında son derece trajik. İkinci bir Tahrir kalkışmasını başardılar ama iktidarı altın tepside orduya sunmadan yol almayı beceremediler. Güçlü liderler çıkaramadılar. Muhaliflerin sevinci de çok uzun sürmeyebilir. Bugün Tahrir’i dolduranlar 30 Haziran 2012’ye kadar YAK’a lanet okuyordu. Askeri vesayetin, keyfi tutuklamaların ve kötü maemelelerin bitmesi için yapılan gösterilerin arkası kesilmiyordu. Yarın keserin sapının dönmeyeceğinin garantisi yok.
İç savaş korkusu


Mursi’ye karşı isyanın hararetine daha Kahire’ye inmeden uçakta yakalandım. Bir yanımda Mübarek âşığı Muhammed adlı işadamı, diğer yanımda Mübarek’in adamı görülen Ahmet Şefik kazanmasın diye Mursi’ye oy veren ama hayal kırıklığına uğramış Fatıma adlı öğretmen. Fatıma dindar bir kadın ama ilk turda Nasırcı Hamdin Sabahi’ye oy vermiş. Muhammed, Mübarek döneminden kötüye gidildiğini savunuyor: “Mursi zayıf bir lider. Tüm kararları Müslüman Kardeşler lideri Muhammed Bedii alıyor. Mursi onun ağzına bakıyor. Tayyip Erdoğan gibi karizmatik bir lider olamadı. Mısır’a Nasır, Sedat ve Mübarek gibi güçlü lider lazım. Mübarek’in son 10 yılında sorunları vardı, çevresi kamu gücü ve kaynaklarını istismar etti. Ama Mursi geldiğinden beri her şey geriledi. Ekonomi berbat. Su, elektrik ve petrol yok. Hizmetler kötüleşti.” Muhammed’in çözümü ordunun işe el atması. Demokrasiye inancı yok: Mısır karmaşık ve hassas bir toplum. Ancak güçlü lider idare eder.” Ama çizdiği çerçeveye uyan isim de yok kafasında. Muhammed kesin inançlı: “30 milyon kişi sokağa çıktı, ordu yol gösterdi.”

Fatıma, Muhammed’in ‘işler kötüye gitti’ tespitini onaylasa da askerin devreye girmesi ve Mursi’nin koltuktan indirilmesine karşı: “Mübarek’e git dedik çünkü demokratik seçimle gelmemişti. Ama Mursi halkın oyuyla geldi. Halk ona şans tanıdı. Hayal kırıklığına uğratsa da seçime dek görevde kalmalı.” Bindiğim taksinin sürücüsü Murat ise Kıpti. Tahrir’e giderken yoldaki çöpleri gösterip “Bak ülke ne hale geldi. Eskiden Kahire çok güzeldi” derken radyoda vatansever şarkılar çıktıkça söylene söylene yumruğunu sıkıyor.

Darbe değil perde arkası idare

Otel görevlisi Mahmud Muhammed de ailece Mursi’ye oy verenlerden. Şimdi çok öfkeli: “Hiçbir hizmet getirmedikleri gibi ülkeyi sattılar.” Kime sattılar diye sorunca “Tereddütsüz Katar vs.” diye yanıt verip ekliyor: “Artık Mısır için korkuyorum. Çünkü Mursi dün gece ya ben ya hiç mantığıyla konuştu. Ya Mursi ya iç savaş. Böyle şey olmaz. Ordunun tanıdığı süre dolduğunda göreceksin, ortalık yıkılacak.” Peki çözüm ne? Muhammed de 1950’lerden beri siyasete hatta ekonomisine hükmeden ordunun kritik süreci yöneteceğine inanıyor. “Ama bunu sizin düşündüğünüz gibi darbe şeklinde yapmayacak, perde arkasından idare edecek. Kanaatim eski rejimin adamlarından birini getirip erken seçime kadar böyle idare edecek. Ordu din ile laikliği birlikte götürüyordu. Müslüman Kardeşler ise tamamen dine göre işleri götürmeye çalışıyor. Bu da ülkeyi bölüyor. Bu yüzden sırf ordu değil polis de Mursi’ye karşı eylemcileri korumaya aldı. Mursi’de yönetme becerisi, karizma yok. Ama ben onları da anlıyorum. Tüm suçu onlara atmıyorum. Çünkü tecrübeleri yoktu. Aptalca işler yaptılar. Ve işler bu hale geldi.”

Tahrir ise pek çok şeye gebe. İnsanlar sıklıkla uyarıyor, “Dikkat et kendine” diye. Müslüman Kardeşler’in direnip direnmeyeceğine dair sinyaller karışık. Telefonla ulaştığım Müslüman Kardeşler sözcüsü Cihad el Haddad’a “Yol haritanız var mı” diye sordum, “Şu anda bir şey söyleyecek halde değiliz, 17.00’den sonra konuşalım” dedi. Kafalarda belirsizlik. Gelecek flu. Muhalif kanatlarda sivil idareye müdahaleyi darbe olarak nitelendirmek istemeseler de şu ya da bu şekilde orduya misyon biçiliyor. Mısır için çok zor bir dönemeç.

2 Temmuz 2013 Salı

Gezi Sekmeleri ve Park Hareketi

"Madımak'ı yakanların avukatlığını yapanlar bugün ne yapıyorlar?


Av. Şevket Kazan - Eski RP Milletvekili ve eski Adalet Bakanı;
Av. Celal Mümtaz Akıncı - Afyon Barosu Başkanı ve AKP oylarıyla Anayasa Mahkemesi üyesi;
Av. Hayati Yazıcı - AKP’nin Devlet Bakanı;
Av. Haydar Kemal Kurt - AKP Isparta Milletvekili;
Av. Zeyid Aslan - AKP Tokat Milletvekili, Başbakan Erdoğan’ın eski avukatı;
Av. Hüsnü Tuna - AKP Konya Milletvekili;
Av. Burhanettin Çoban - Afyonkarahisar AKP’li Belediye Başkanı;
Av. İbrahim Hakkı Aşkar - 22. Dönem AKP Afyon Milletvekili;
Av. M. Ali Bulut - AKP Maraş Milletvekili ve Anayasa Komisyonu üyesi;
Av. Bülent Tüfekçi - AKP Malatya İl Başkanı;
Av. Halil Ürün - RP kayıp trilyon davası sanığı, AKP Afyon Milletvekili
Av. Mevlüt Uysal - AKP İstanbul Başakşehir Belediye Başkanı;
Av. Nevzat Er - Eski AKP Eminönü Belediye Başkanı;
Av. Suat Altınsoy - AKP Konya İl Başkanı Yardımcısı;
Av. Tayfun Karali - İstanbul Büyükşehir Belediyesi Darülaceze Müdürü;
Av. Ferruh Aslan - İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın Yayın Müdürü;
Av. İbrahim Kök - AKP Elazığ Milletvekili Aday Adayı;
Av. Ali Aşlık - Eski AKP İzmir İl Başkanı;
Av. Bedrettin İskender - AKP Ümraniye Belediye Başkan adayı;
Av. Ekrem Bedir - Sakarya AKP Hendek Belediye Meclis Üyesi;
Av. Eyüb Karagülle - Eski Saadet Partisi İlçe Başkanı;
Av. Faruk Gökkuş - AKP Kâğıthane Belediye Başkanlığı Aday Adayı;
Av. Hasan Hüseyin Pulan - AKP İstanbul İl Disiplin Kurulu üyesi;
Av. Hurşit Bıyık - AKP Trabzon İl Başkan Yardımcısı;
Av. Reşat Yazak - AA Yönetim Kurulu Üyesi."