28 Mart 2014 Cuma

"Tatava Yapmak ya da Yapmamak, İşte Bütün Mesele Bu!" ...mu?

Bildiğiniz üzere bugünlerde çok popüler bir tartışma yaşanıyor, "tatava yapma", yani oylarını AKP'nin gücünü kırmak için, bölgendeki en güçlü ikinci partiye ver. Bu kampanya özellikle İstanbul seçmeni için açılmış durumda, ve bu haliyle oyların verilmesi istenen parti de CHP... 

Etrafımdaki bir kısım insan HDP ile CHP arasında bölünmüş durumda, sinir krizi geçiriyorlar. 

Oyumuzu kime verelim? Özellikle Gezi'deki duruşu sebebiyle insanların kalplerini fethetmiş Sırrı Süreyya'ya mı, yoksa Kadir Topbaş'ı alaşağı edecek kadar güçlü, ama bir o kadar da sevimsiz, Mustafa Sarıgül'e mi?

Kadir Topbaş ile Mustafa Sarıgül'ün arasında yaklaşık 200 bin seçmenlik bir fark olduğu söyleniyor. 

Şimdi:

Bu kampanyanın muhattabı, 2007 seçimlerinde Baskın Oran'a oy atanlar olsa gerek. Baskın Oran 2011'de 2. bölgeden aday olmuş, yaklaşık 2.4 milyon seçmenden sadece 30 bin'inin oyunu almıştı. Şu an İstanbul toplam seçmeni 10 milyon. Bu durumda kabaca 120 bin kişiden bahsediyoruz... Az değil, seçim sonucunu değiştirebilir. 

Ama ucu ucuna... Ki gördüğüm kadarıyla, bu yüz yirmi binin hepsi de tatava yapmıyor. (Hadi fifti-fifti diyelim.) 

Neyse, bu tabloyu başlı başına değiştirebilecek parti HDP. Bir süre önce CHP'ye iş birliği teklif etmiş ve reddedilmişti. CHP açısından çok anlaşılmayacak bir tercih değildi. Parti kendi tabanının taleplerini yerine getirdi. Ulusalcı ve milliyetçi oyları alacak çizgisiyle çelişmedi. ("Cemaat"le, aynı hedefe kilitlenmeleri ise, tesadüf mü? Kapalı kapılar ardında konuştular mı, ne konuştular? Kılıçtaroğlu'nun ABD ziyareti, görünen sebeplerin altında başka amaçlar da taşıyor muydu? Bunları bilemiyorum, Gülen hareketinin ılımlı(?) İslamcılığı -geçen gün yurtlarında önce ders, sonra dinin geldiğiyle ilgili bir tanıklık okudum- ve PKK düşmanlığı şu gün için iki tarafı müttefik yapabilir, ama Gülen hareketinin yargı ve polis içindeki ağırlığını hiçbir siyasi partinin kabul etmemesi de gerekir -doğru düzgün delil olmadan açılan Ergenekon davaları, Ahmet Şık ve Nedim Şener'in tutuklanmalarını herkes hatırlıyor herhalde.) 

BDP/HDP'nin de bu işe çok üzüldüğü ya da hayal kırıklığına uğradığı da söylenemez. 30 yıllık kanlı bir mücadeleden sonra, güçlerinin farkındalar ve CHP'nin ulusalcı çizgisiyle paralel gitmek gibi bir dertleri de yok. 

CHP ile Kürt hareketinin problemli tarihinin yanında bence burada bir şey daha var, dikkat etmemiz gereken: CHP seçmeni, orta sınıftan,  BDP/HDP seçmeniyse bir alt sınıftan geliyor. AKP'nin BDP seçmeninin ikinci tercihi olması (ya da bazen tam tersi), bunu göz önüne alırsak daha iyi anlaşılabilir -bence laik olup, olmamak, ya da dine bağlılık meselesi de bu sınıfsal durumun bir tezahürü.

Peki ne yapacağız? Valla bir süre daha debelenip duracağız, kalp/sinir krizi geçireceğiz gibi duruyor. Ve eğer ki ulusalcılar ve Kürt'ler ortak bir paydada buluşamazlarsa, bu ülkenin işi çok zor. 

Ama oturup, birbirlerine taviz verdikleri, zoraki birliktelikten bahsetmiyorum. İki tarafın birbirine saygı duyduğu, evrensel ilkelerin işlediği bir birliktelikten bahsediyorum...

Bunu sağlayabilir miyiz, bu bir başka yazının konusu olsun. 

Ve hayır, AKP seçmenini unutmadım. Ama onlar da bir başka yazının konusu olsunlar.