19 Temmuz 2013 Cuma

Gözaltı Hikayeleri: Ali Can Sünnetçioğlu

Cumhuriyet'ten Özgür Ulusoy'un söyleşisi...

http://www.baskahaber.org/2013/07/10-gun-tutuklu-kalan-ali-can.html

6 Temmuz'da gözaltına alınarak tutuklanan Ali Can Sünnetçioğlu, sığındığı binanın kapısını kıran polislerden uzun süre dayak yediğini söyledi.

6 Temmuz günü, yoğun gaz saldırısından kaçtığı handa gözaltına alındıktan sonra, mahkeme kâtibini bile şaşırtan bir sebeple tutuklanan Ali Can Sünnetçioğlu'nun yaşadıklarının bir bölümünü halası Şebnem'den dinleyip okurlara aktarmıştım.

Öykünün tamanını önceki akşam serbest kalan Ali Can'dan dinlemek üzere, dün Kadıköy'e Nâzım Kültür'e gittim. “Girmemiz de sürpriz oldu, çıkmamız da sürpriz oldu” diyen Ali Can, hukuksuz bir şekilde gözaltına alınıp tutuklanmasıyla başlayan, önceki gün Metris'ten çıkmasıyla son bulan “Matrix'ten çıkış” öyküsünü Cumhuriyet'e anlattı.

6 Temmuz'da Dayanışma'nın çağrısı üzerine bir arkadaşıyla birlikte gittiği İstiklal'de, polisin kurduğu barikatlara karşın herkesin sakin olduğunu görünce bir şey olmaz diye düşünmüş önce Ali Can ama kısa sürede müdahale başlamış.

“Müdahele başlayınca 15-20 kişiyle birlikte Tarlabaşı'nda bir kahvehaneye sığındık. Ancak polis kapıyı açıp 3-4 tane gaz bombası attı, ardından da çıkmayalım diye kapıyı kapattı. İçeride siviller de vardı, herkes çığlık çığlığaydı, yüzlerini tişörtlerle kapatmaya çalıştılar. Dışarıda polis dizilmiş duruyordu” diyor.

Ardından Galatasaray'a çıkarak TKP binasının bulunduğu Rumeli Han'a gidiyorlar. Parti binasında yüzlerce kişinin olduğunu, 3-4 saat boyunca kimsenin ayrılamadığını söyleyen Ali Can, gözaltına alınışı sırasında polisin uyguladığı şiddeti şöyle anlatıyor:

“Sokağın ortasında insanları dövüyordu polisler, biz 3-4 saat çıkmadık. Parti binasının girişe gaz atmaya başladılar, indik aşağıya, kapıları kapattık, sürgüledik, açık yerleri bezlerle kapattık. Beklemeye koyulduk. Kimse eylem yapmıyordu, polisin istediği buydu zaten, insanlar evlerine gitmek için bekliyordu. Saat 22 sularında binayı kuşattılar, Ağa Camisi yanında bir kapı var, bir de arkada kapı var. Güven timleri ve çevik kuşattı, koç başlarıyla kapılara yüklendiler, içeriye spreyle gaz sıkıyorlardı. Kapılar demir ama dayanacak gibi değil, koç başlarıyla kırdılar kapıları. İnsanlar korku içinde kaçışmaya başladı. herkese saldırıyorlardı, korkuyla bulduğumuz ilk merdivenden çıktık, 20 kişi kadardık, polis peşimizden geldi, kameralar filan yoktu, orada polis ve biz vardık, dakikalarca dayak yedik, en çok dövülen bendim galiba 20 kişi arasında, en son beni aldılar, yerlerde sürüklediler, küfürler ettiler, hiç durmadan, cop, tekme, yumruk, başıma tekme yedim, bize, ailemize küfrediyorlardı. Kolumdan tutup merdivenlerden sürüklediler. İlaçlı TOMA suyu var ya pet şişlere doldurmuşlar, onlardan başımdan aşağıya döküp tekrar dövdüler. Ne olduğunu bilmiyorum ama cildim yandı, o gün gözaltına alınırkenki Twitter'a düşen fotoğrafta ıslağım ya o yüzden. Merdivenden indirdiklerinde ayağa kalkacak halim kalmamıştı.”

Ne geçti o zaman aklından diye soruyorum, “O kadar uzun süre dövdüler ki, çok sıkılmıştım, artık yeter diyordum, vurmayın demiyordum, yeter diyordum” yanıtını veriyor.

Hanın girişine atıldığında gazetecileri, kameraları görmüş Ali Can, bir oh çekmiş, artık dövemeyecekler diye. Duvarlara yaslanmışlar.

Ali Can devam ediyor: “Güven timleri inanılmaz küfrediyordu. Adama diyorum ki, kolum çok kötü, ön taraftan kelepçeler misiniz, bana küfredip daha da sıkarak arka taraftan kelepçeliyor elimi. Bizi caddede yürütürken herkes alkışlamaya başladı, polise ne istiyorsunuz bu insanlardan diye çıkıştılar, o zaman duygulandık ama insanlar alkışlarken polis sessizce kulağımıza küfretmeye devam etti. Tahrik etmeye çalıştılar herhalde. Görev amaçlı değil, bir kinle saldırıyorlar.”

‘Tayyip Japonya'daki ağaçları da mı kesti”

Ali Can, cezaevinde yaşadıklarını yazmaya başladığı not defterinden bir şeylere bakıyor ve kendileriyle birlikte gözaltına alınan bir Japon'un gördüğü muameleyi de anlatıyor:

“Yüzümüz dönük duvara, bir polis memuru amirine seslendi, ‘Amirim bir yabancı turist var bunların arasında’ diye seslendi, amir ‘Al al onu da al, daha iyi’ dedi. Niye daha iyi diye düşündüm, dış mihrak yalanına malzeme bulmak için mi acaba. Serseri bir polis vardı, tam bir ayı, biz otobüsteyken ‘Hayrola Takaşi, Tayyip Japonya'daki ağaçları da mı kesti, neden geldi buraya’ diye sordu.”

Eyüp Devlet Hastanesi’ne gittiklerinde vücudundaki darbın bilançosunu Ali Can da görebilmiş: “Sol kolumu hareket ettiremiyordum, sol meme ucundan kürek kemiğine kadar olan kısım hâlâ ağrıyor, sağ omzumda cop izi vardı, alnımda tekme izi vardı, uzuyordu. Başımın sol arka kısmında şişlik vardı, röntgen çekildi kırık yokmuş bereket, göğüs cerrahisine gitmemi istedi doktorlar ama polis götürmedi.”

Nezarethane için “işkencenin apayrı bir boyutu” diyor Ali Can. Nezarette bir gün kalmaktansa bir ay cezaevinde yatmaya, yediği dayağın iki mislini yemeye razı.

“Tamamen psikolojik bir işkence. Girdiğimiz gibi baştan aşağıya soyuyorlar, aşağılarcasına bir arama, ne aradıklarını bilimiyorum. Aşağılayacı bir aramaydı. Zaten nezarathane yerin altında, havasız, yüzlerce gözaltı var, nefes alınmıyor. Günde iki defa su veriyorlardı kahvaltıda ve akşam yemeğinde. Diyelim hastaneye rapor almaya gittik akşam yemeğini kaçırdık, o zaman hiç su vermiyorlardı. 10 metrekarelik hücrede 14 kişi kalıyorduk biz. Bir İtalyan gazeteci vardı bizim koğuşta. İşkencenin sadece fiziksel olmadığını görmüş olduk.”

Ali Can, kendisini döven polislerden birinin sicil numarasını aklına yazmış, eline kalem kâğıt geçene kadar da unutmamak için günlerce tekrarlamış.

Hukuk öğrencisi Ali Can'a soruyorum: Avukatsın neyle suçlandığını anladın mı? Öncelikle diyor, “Benim gözaltına alındığım saat 22:30. Yer de TKP binasının bulunduğu Rumeli Han. Ama bizim hakkımızda gözaltına alınan diğer 59 kişiyle beraber hazırlanan polis tutanağında saat 7.30'ta Taksim ve civarındaki olaylar esnasında gözaltına alınmıştır deniyor.”

Ne bir yer, ne saat. Gerekçe toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanuna muhalefet. Hakkında hiçbir görüntü kaydı yok, sadece üzerindeki maskeye dayanarak savcılığa sevk ediliyor, savcı da mahkemeye.

Kendilerinden öncekiler serbest bırakıldığından, mahkemede bırakılacaklarını düşünüyorlar ama olmuyor. TMMOB operasyonuna bağlıyor bunu Ali Can. “Biz dikkat çekici insanlar değildik, herhalde onları tutuklayabilmek için emsale ihtiyaçları vardı” diyor.

AKP'nin mafyası polis

Cezaevine giderken akıllarına Yılmaz Güney filmlerinden sahneler gelmiş ama gardiyanların demlediği çayı bulmuşlar yerine. “Boyunların sarılacaktık. İnfaz memurları ve gardiyanlar bize çok iyi davrandı” diyor.

Metris'te her yer Taksim, her yer direniş

Girdiği koğuşta Osmanlı tuğraları bozkurt filan görünce önce çekinmiş Ali Can ama sonra siyasi görüşünü belirtmemekle birlikte, Gezi'den olduğunu söyleyince koğuşun kabulünü görmüş. “Metris'te kuraldır, sabah 8, akşam 8 sayım yapılıyor. İnfaz memurları gelip kapıyı açıyor, selamünaleyküm, diyor koğuş aleykümselam diye cevap veriyor, sayım yapıyor Allah kurtarsın diyor, koğuş da amin diye yanıt veriyor. Birçok koğuşta, aleykümselam yerine her yer Taksim, her yer direniş sloganı atılıyordı. Önce biz ordayız diye sandım ama eylem boyunca Metris Cezaevi’ndeki adli suçlular koğuşlardan bu sloganı atmışlar”
diyor Ali Can.

Yaşadıklarından sonra cezaevinde polis için söylenen “AKP'nin mafyası” sözünü ne kadar tuttuğunu da şöyle anlatıyor: “İçerdekilerin tabiri bu. 90'lı yıllardan sonra AKP'nin yasal mafyasıdır polis. 90'lı yıllarda devlet bizi kullanıyordu faili meçhul vb. için, AKP artık hepsini çıkardı aradan kendisine mafya olarak polisi kullanıyor dediler, hakikaten de öyle. Çok içerlemiş buldum onları.”

Ali Can, yaşadıklarını internetten paylaşmaya hazırlanıyor. Son olarak “3-5 ağaç için mi çıktın Taksim'e?” diyorum. “3-5 ağaç için çıktığım da oldu, emek için de yürüdüm. Bu kez üç beş ağaçla başladı ama Başbakan soruyor ya mesele ne diye, mesele kendisi?.. İnsanların yaşam tarzlarına yapılan müdahele.”

Aklıma Gezi sloganlarından birisi geliyor: Mesele 3-5 ağaç değil, bir odun...

(Özgür Ulusoy/Cumhuriyet)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder